17 Aralık 2010 Cuma

MUSTAFA ULUSOY/AYNALAR KORİDORUNDA AŞK


Bu kitapla ilgili talihsizliğim kendimi çok iyi hissettiğim bir döneme denk gelmesi. Çok üzgün ya da çok mutlu iken konsantre olamıyorum okuduklarıma gözlerim satırlarda bambaşka şeyler düşünürken yakalıyorum kendimi. İyiyim çünkü bir şehrin yorgunluğundan sıyrılacak olmak tatmin etmeyen bir mesleğin icrasından kurtulmak inanılmaz bir huzur dalgası yarattı içimde. Anlamsızlığın tehlikeli diline yapışmak üzere iken
hayatla yeni bir randevu....Hayatımın ikinci mesleğine geçiş ve yine hayatımın beşinci şehrine yolculuğa az bir zaman kalması. Şükür dolu iken bu kitap okunmamalı bence:))

Aynalar Kridorunda Aşk Mustafa Ulusoyun İnsanın Temel Acıları Üçlemesinin ilk kitabı. Binlerce aşk romanı yazılmış,aşkın romanı yazılmamıştı sloganıyla yola çıkıyor. Hayatla ilgili güzelliklerin yegane müsebbibi olarak kendini addeden ama başına bi sıkıntı gelince Allah'a sataşan tiplere cevap niteliğinde... Üniversitede Din Felsefesi dersinde hocamın şu tesbiti çok hoşuma gitmişti. Kötülük Problemi filozofların uydurduğu bir problemdir. Dindarın böyle bir derdi yoktur. Dindar "VARDIR BUNDA DA BİR HİKMET" der ve teslim olmanın derin huzuru içerisinde yaşamını sürdürür. Bu tavrı umursamazlıkla ve kadercilikle örtüştürmüyorum. Elimden geleni yapar sonucu hzuur içerisinde en doğrusunu bilene bırakırım emniyeti bence bunun açılımı. Kitapla ilgili çok yorum yapmak istemiyorum sadece en tanıdık tabirle modern insanın açmazlarını dinleyip kendince çözümler getiriyor. Bu kitabı okumamın günler alması yanıltıcı olmasın gayet akıcı ve rahat okunan bir kitap. Dr. Mavi , Kırmızı, Sarı, Gri , Beyaz karakterleri ile caddelerde olmanızı tavsiye ediyorum.

Son söz yerine İnsan'a ne yetebilir?
Ben size yetmez miyim?(...)
Kur'an,39:36
"(...) De ki Allah bana yeter."
Kur'an, 39:38


8 Aralık 2010 Çarşamba

MURAT MENTEŞ/KORKMA BEN VARIM


 
Murat Menteş'i Klark programını yaparken keşfettim. Teoman'ın ve Mazhar Alanson'un konuk olduğu programlarını keyifle izlemiştim. Farklı görünümlü,  biraz donuk, dikkat çekici bir adam Murat Menteş. En azından bana göre öyle.
Kitaplarını sipariş ettim merakla . İlk olarak bu yaz Dublörün Dilemmasını okudum. Karakterler, kurgu , kelimelerle dansı müthişti. Bir röportajda bu konu ile ilgili , "Kitabında kelimelerle oyun oynayarak, fırlama ifadelere başvurarak can sıkıntını mı gidermeye çalışıyorsun Murat? " sorusuna "Ben aslında ‘kelime oyunu’ tabirinden hoşlanmıyorum. Kelimeler nimettir, nimetle oyun olmaz" şeklinde cevap vermiş .

Ekşi sözlük karıştırdım Murat Menteş hakkında acaba neler var diye  üç tane yorumu paylaşmak istiyorum.

166.  Türkiye'deki kitap okuma oranını düşürüyor bence kendisi. onun kitaplarını okuduktan sonra günlerce başka kitap okuyamıyorum, içine dahil olamıyorum, beğenmiyorum. bu oranı eski seviyesine getirmek için çok kitap yazsın daha da çok kitap yazsın. hep yazsın!
(27 anjelik, 01.07.2010 21:04)

156. Molla sakallı, john lennon gözlüklü her satırı ezberlenilesi yazar.
(sophie in box, 16.05.2010 12:45)

83. Tarantino gibi adam diyorlar. kitabı okurken benzerlikler kurabilmek, tahayyül etmek mümkün fakat bu adamın romanlarından film yapılacak olsa; o cümlelerin lezzetini görsel, işitsel hiçbir efekt sağlayamayacak, eser bilmemkaç tl bütçe karşılığında ziyan olacaktır. idefix'te dublörün dilemması kitabının altında bir okur yorumunda dublörün dilemması'nın filminin çekileceğinden bahsediliyordu. dehşete düşmemek namümkün.. n'olur elleşmeyin, kutsal kitaplarımız olarak kalsın ikisi de.
(j lithium, 07.11.2009 23:10)

Korkma Ben Varım kitabı'nı Dublörün Dilemmasından sonra okunmasını öneririm . Çünkü  Murat Menteş o kitabını anımsatıyor okuyucuya zaman zaman.
Biraz iddialı bir cümle olacak ama Dublörün Dilemmasını okurken de Korkma Ben Varım'ı okurken de böyle kitaplar yazmak için acaba kaç kitap okumak kaç film seyretmek daha da önemlisi nasıl bir kaabiliyete ve zekaya sahip olmak gerekir sorusunu sorup durdum kendime. Bana daha Dublörün Dilemması karışık ve ilginç gelirken Korkma Ben Varım daki karakterler ve karakterlerin birbirleriyle bağlantıları allak bullak etti beni.

Korkma Ben Varım da beni rahatsız eden bir iki durumdan bahsetmek istiyorum . Öncelikle küfür ve argoya  başvurması beni rahatsız etti . Ama bu sanırım kişisel bir hassasiyet. Bi de kitabı bilenlere biraz ilginç gelebilir ama ben bazı bölümleri okurken sıkıldım . Özellikle Şebnem Şibumi karakterine ait bölümlerde. Yıldırım hızıyla aşık olan erkekten geçilmiyor ayrıca:)) Özetle buram buram zeka kokan bir kitap.

29 Kasım 2010 Pazartesi

ÇAĞAN IRMAK/ PRENSESİN UYKUSU




Çağan Irmak filmlerini seviyorum. Mustafa Hakkında Her Şey ve Karanlıktakiler dışında diğer filmlerini sinemada izledim . Babam ve Oğlum da çok ağladım, çok dolmuştum o dönem zaten dokunsalar ağlayacaktım. Çağan Irmak dokunmak ne kelime ezip geçmişti.  Issız Adam başka duygular bıraktı. Herkes gibi film müziklerine bayıldım . Özellikle filmin ikinci bölümü çok iyiydi bana göre.  Mustafa Hakkında Her Şey filmini Dvd 'den izledim . Tanımlayabileceğim tek kelime sarsıcıydı.Karanlıktakiler korkularımı anlatıyor gibiydi. Onu da çok sevdim..Ulak zamanı olmayan ,etkileyici bir filmdi.....  Ve 19 Kasım'da vizyona giren Prensesin Uykusu filmi.Beni hayal kırıklığına mı uğratacak yoksa diğer filmlerinde olduğu gibi yine içimde farklı duygularla mı sinema salonundan çıkacaktım Prensesin Uykusu'ndan merak ediyordum. Filmle ilgili yorumları özellikle okumamaya dikkat ettim, sevilen bir yönetmenin son filmini görmek arzusuyla hevesle gittim. Yarım saat izledikten sonra biraz sıkıntıyla birlikte bu sefer olmamış diyecektim ki bi şeyler oldu ve film bende güzel duygular bırakarak bitti.
Klişelerle dalga geçtiği sahneler, Genco Erkal ile Alican Yücesoy'un  sahneleri çok keyifliydi. Kader ile ilgili söylenenler, düş ile gerçeğin güzel ifadelendirilmesi, animasyonlar......Belki sıkıntı ve endişe duygularıyla baş etmeye çalıştığım bu döneme denk gelmesi sebebiyle bana çok iyi geldi bu film.. Tavsiye edilir.....

TAHSİN YÜCEL/KUMRU İLE KUMRU



Fatma K. Barbarosoğlu 9 Temmuz 2010 tarihli Yeni Şafak'taki köşesinde Türk romanının varlığı ve yokluğu sorunu ele aldığı yazısını okurken oradaki romancılardan benim okumadığım yazarların isimlerini not etmiş, incelenmek üzere Tahsin Yücel'in internet sitesini sık kullanılanlara eklemiştim. O köşeyazısında Tahsin Yücel' den şu şekilde bahsediyordu Fatma K. Barbarosoğlu: "Tahsin Yücel popüler kültürün birey üzerindeki etkilerini olağanüstü bir incelik ve derinlikle ele alıyor."

Kumru Kumru kitabı tesadüf eseri elime geçmiş bir kitap.  Ve kitap bittikten sonra geç kalmış bir okuma gerçekleştirdiğim için hayıflandım kendime açıkçası. Üzerine kafa yorduğum ,bir yerlerde tartışıldığını duyduğumda hemen yorum yapma gereği duyduğum bir konudur tüketim . Tüketimle birlikte değişen hayatlar, bitmeyen ihtiyaçlar, yetinme duygusunun körleşmesi, eşyaya mahkumiyetimiz....... daha bir sürü şey sıralayabilirim. Çevrenin dayattığı olmazsa olmazlar bana çoğu kez düşüncelerini, aklını, yaşamını iyiye kanalize edemeyenlerin boşluklarını doldurduğu oyalanmalar olarak gelir. Ama bu tüketim çılgınlığından, olur olmadık şeyleri ihtiyaç algılama durumlarından tamamen soyutlandığımı iddia edemem. Bazen ben bile bunları yapıyorsam bu çok sarmal, eninde sonunda kucağına düşülen bir tehlike diye düşünürüm .

Kumru, eşi Pehlivan, ikizleri Hakan ve Sultan romanın ana kahramanları. Pehlivan kapıcı, Kumru gündelikçi. Kumru'nun temizliğe gittiği Tuna Hanım'ın, Tuna Hanım'ın buzdolabının Kumru üzerindeki bu kadar da olmaz dedirten etkileri. Kişiliğini değiştiren, hatta eşinin kişiliğini, ona olan bakışını değiştiren akıl almaz bir etki. Pehlivan için artık karısı ve karısını mutlu etmek bir tutku haline gelir. Ve çok daha para kazandıran, bütün hayatlarını değiştirecek olan adam dövme işine geri döner. Ve böylece eşyanın ve tutkuların esir aldığı bu aileyi, Kumru'nun ara ara hayatlarına eleştirel bakışı da kurtaramaz.

Tahsin Yücel'in kalemi akıcı , farklı, kolay bir dille de hayatın temel gerçeklerini ispat etme iddiasında gibi. Tansık, oluntu , edim,us gibi kelimeleri çok sık kullanıyor. Okunmaya değer bir yazar okunmaya değer bir kitap bence. Yazımı kitaptan şu satırlarla bitirmek istiyorum:

Sultan'ın yaşında, belki de onunla aynı günde, aynı saatte doğmuş bir kızın uykusu kaçmıştı, karanlıkta fazla bir şey görmese de dere yatağının yukarılarındaki tek katlı gecekondunun penceresinden dışarıya bakmakta dayatıyordu. Birden ortalığın ışığa kestiğini, gökkuşağı gibi renk renk, ama çok daha parlak bir nesnenin korkunç bir hızla gökten dereye doğru indiğini ışıklarının büyük bir gümbürtü içinde sönüverdiğini gördü, ama kötü bir şey getirmedi usuna, "Cemre" diye söylendi: "ikinci cemre suya düştü".

24 Kasım 2010 Çarşamba

ANDRE GİDE/PASTORAL SENFONİ

Andre Gide'ı okumaya Dar Kapı kitabından başladım. Etkileyici bir kitaptı. Karakterlerin iç konuşmalarının yoğunlukta olduğu, psikolojik tahlillerin olduğu kitapları seviyorum. Çünkü hayatımızda en azından kendi hayatımda, içten içe kendimle yaptığım konuşmların çok önemli bir yer tuttuğunu biliyorum. Hiç kuşkusuz İncilden alınan şu bölüm benim için bu kitabı okumamda önemli bir referans olmuştu."Dar kapıdan girmeye çabalayınız. Çünkü kişiyi yıkıma götüren kapı büyük ve yol geniştir. Bu kapıdan girenler çoktur. Yaşama götüren kapı ise dar, yol da çetindir. Bu yolu bulanlar çok azdır.”  
Gelelim asıl bahsedeceğimiz kitaba. Pastoral Senfoni. Dar Kapı'yı Timaş yayınlarından okumuştum. Pastoral Senfoni'yi 1989'da Oda Yayınlarından çıkan, çevirisi Sevim Raşa'ya ait olan kitaptan okudum. Bence kötü bir çeviri. Seçilen kelimeler, kurulan cümleler kitabı okurken başka bir yayın evi tercih etseymişim dedirtti doğrusu. Ama genel itibariyle kitabı beğendim. Kitabın ismi Beethoven'in Pastoral Senfoni eserinden mülhem.Protestan bir papazın kimsesiz kalan  kör bir kızı evine götürmesi bunun üzerine eşinin bu kızı kabullenmekte yaşadığı sıkıntılar, din, mezhepler, aile bağları ve herhalde merkezde yer alan aşk gibi bir çok konuyu ihtiva etmekte. Küçük bir kitap olmasına rağmen bence inanılmaz derinlikte ve bitince ince ince hatta kıvrandırarak düşündürtmekte. Bence bu kitabın en can alıcı cümlesi Papazın oğlunun şu cümlesi:
" Baba seni suçlamak bana düşmez, fakat bana yol gösteren senin yanlışın oldu"
Yazarımızdan biraz bahsedecek olursak ,
1947 yılında Nobel Edebiyat Ödülü almış olan Fransız yazar Andre Gide, eserlerinde ya kendi hayatından ya da çevresindeki insanlardan bahseder. Hayatı ile eserleri örtüşen yazarlardan.Can yayınlarından çıkan Andre Gide'ın otobiyografisi Tohum Ölmezse kitabı Aysel Bora'nın çevirisiyle okunma sırasını beklemekte:))Gerçekten dikkat çekici bir hayat, incelenmeye, okunmaya değer.
Kitaptan şu alıntı ile bitirmek istiyorum yazıyı. " Dostum, Dostum. Kalbinizde ve yaşantınızda gereğinden çok yer kaplamış olduğumu görmelisiniz. Size geri geldiğimde, ilk gözüme çarpan gerçek bu oldu- yada herhalde benim tuttuğum yer bir başkasına aitti ve bu durum onu mutsuz ediyordu. Benim suçum bunun daha önce ayrımına varmamış olmam. Ya da ona karşın beni sevmenize izin vermemdi" 


15 Kasım 2010 Pazartesi

KÜRK MANTOLU MADONNA

13 Kasım 2010 kitabın bitiş tarihi.İlk yorumlarım rahatsız edici ve derin bir boşluk hissi oluşturuyor. Kürk mantolu Madonna kitabının ilk sayfasına bitince bunları yazmışım. Aslında bayram ertesi memleketten dönünce yazacaktım yorumlarımı ama bir hafta sonra kitapla ilgili fikirlerim sIcağı sıcağına yazacaklarımdan farklı olurdu heralde.Aslında neden beni bu denli rahatsız etti bu kitap daha doğrusu Raif Efendi tam olarak kestiremiyorum. Hayata seyirci kalmak , hayata seyirci kalırken kendini ,geçmişini ,geleceğini cezalandırmak ....sonra ansızın geçmişten yaşadıklarından asla kopamayacağını en keskin şekilde öğrenmek.....Aslında kitabı okurken hemen hemen hiç şaşırmadım. Beni etkileyen sanırım kurgudan ziyade Raif Efendi de alabildiğine yoğun olan bazı özelliklerin hepimizde belki o yoğunlukta ve o çeşitlilikte olmasada var olduğu gerçekliği . Aslında hayatımız hep olaylarla ilgili kendii fikirlerimizi söylemek yerine birileri adına, birilerinin haberi olmadan düşünmek ve konuşmakla geçiyor. Kitapla ilgili temel şeyleri belki kaçırıyorum bunu bilmiyorum ama inanılmaz bir hüzün bıraktığı kesin.... Kitabın dili gerçekten müthiş. En beğendiğim cümle."Yeni başlayan hafif bir yamur ,suyun tüylerini diken diken ediyordu."Bu ifadeyi dönüp dönüp kaç kez okuduğumu hatırlamıyrum . Biraz Andre Gide Dar Kapı ,biraz Peyami Safa Dokunzuncu Hariciye Koğuşu kitaplarını hatırlattıran tarafları var. İmkansız, acı veren sonu gelmeyen aşklarla birlikte yitip giden hayatlar....
Elias Canetti'nin Marekeşte Sesler kitabından şu alıntı ile bitirmek istiyorum."Bir insana yapılabilecek en büyük kötülük ,yalnızca kendisiyle ilgilenilmesidir."

11 Kasım 2010 Perşembe

MONTAIGNE DENEMELER

Yıl 2002, 16 yaşındayım . Montaigne'nin Denemeler kitabına komşu evinde rastlıyorum istiyorum hemen ve başlıyorum okumaya. O günlere ait ajandama kitap bittikten sonra şunları not ediyorum.
Montaigne Hakkında;
1500' lü yılların adamı Montaigne. Saçmalıkları, doğrulukları ve hepsi bir yana satırlara olan dürüstlüğü.Yıl 2002. Aradan asırlar geçmiş. Yer Türkiye, kişi ben . Bir Fransız yazarın Denemeler adlı kitabı elimde hayat adına dersler çıkarmaya çalışıyorum .Onun yazılarında gördüğüm en güzel yan kendisiyle yola çıkması ve vardığı noktanın yine kendisi olması. Din nedir bilmiyor diyebilirim. Keşke onun döneminde yaşamış olsaydım o zaman bu büyük erdemin yanında bu küçümsenecek din anlayışı hakkında söyleşi yapabilirdim.
Ölüm, ölümü umursamıyor daha doğrusu ölümün korkusu yok. Kurtuluş sayıyor. Acı çekiliyorsa kurtulmak için çare ölüm, hastayı kurtarmaya çalışmakta saçma. Çünkü ikinci kez ölümü bekletmek insana iyilik etmek değil meşakkat vermek. Sonra doğallık aşığı.
" Ah keşke Paris'in sebze pazarında kullanılan sözcüklerle konuşabilsem" diyecek kadar ileri gitmiş. En sevdiğim yanı kendisine herşeyden çok yer vermesi. Mesela diyor ki" insanın olanak varsa karısı, çocuğu ,parası ve hele sağlığı olmalı, ama mutluluğunu yalnız bunlara bağlamamalı. Kendimize dükkanın arkasında ,yalnız bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü kendi sultanlığımızı kurmalıyız. Orada yabancı hiç bir konuğa yer vermeksizin kendi kendimizle hergün başbaşa verip dertleşmeliyiz; karımız,çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız yokmuş gibi konuşup gülmeliyiz. Öyleki hepsini yitirmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak bizim için yeni bir şey olmasın." Ne hoş değil mi? İnsan çağlar önce bunları düşünebiliyor. Sonsuz huzur duyuyorum bu güzel satırları okurken.

Evet gelelim 2010' a :)) Aradan geçen 8 yıldan sonra kitapla ilgili düşüncelerimde temel bir değişiklik yok. Yine inanılmaz keyif alarak, satırları çize çize okudum ama bu sefer  Beyoğlu Sahaf Festivalinden aldığım bana ait kitapla :))gerçekleştirdim bu okuma serüvenini. Kitapla ilgili aldığım notlar.
  • Ölüm denemesi müthişş:)))
  • Eğitim ve halk denemesi
  • " Niceleri vicdanlarını kerhaneye gönderip davranışlarını kurallara uyduruyorlar"
  • " Haksızlığın kibarlıktan yana , kötülüğün edepten yana bir eksikliği olmayabilir"( bu söz inanılmaz etkiledi beni-yaşantısal bir şeyler var sanırım)
      Tabi ki bu kadar değil , ama kitap okurken not tutma olayını abarttığım için kitap çok yavaş ilerliyor hemde mini bir kitapçık çıkarıyordum:)) bu sefer çizimlerle hallettim bu mevzuyu.
Türklerle ilgili düşünceleri de ara ara karşımıza cıkıyor. Türk ordularındaki disiplin adlı denemesinde şöyle diyor." İsterdim ki gençlerimiz vakitlerini pek yararlı olmayan gezintiler ve pek onurlu olmayan uğraşlarla geçirecek yerde biraz gidip yaman Bir Rodoslu kaptanın bir deniz savaşını nasıl yönettiğini, birazda Türk ordularındaki disiplini görsünler."
Çağımızın en önemli sorunlarından biri etnik kavgalar , ırk üzerine geliştirilen ideolojiler bence. Çünkü Türk yada başka bir ırktan olmaya biz karar vermiyoruz anne babalarımız ve ten renklerimizi biz tercih etmiyoruz . Peki bu sahip olduğumuz daha doğrusu bize verilen özellikler için mücadele ne kadar anlamlı. Bu anlamda insanlık paydası kavramı bana hep adil ve anlaşılır gelir.Monteigne bu konu ile ilgili " Bütün insanları hemşerim sayıyorum. Bir Polanyalı'yı tıpkı bir Fransız gibi kucaklıyorum. Dünya ile akrabalığımı kendi milletimle akrabalığımdan üstün tutuyorum . Doğduğum yerin pek o kadar heveslisi değilim. Kendi düşüncemle vardığım yeni bilgiler bana,sırf raslantılarla edindiğim hazır ve gelişi güzel bilgilerden daha değerli gelir. Kendi kazandığımız temiz dostluklar nerde, iklim ve kan dolayısıyla bağlı olduğumuz dostluklar nerde!"der.

Sonuç olarak kitabın son denemesi olan Mutluluğun Bize Göreliği'nden şu satırlarla bitirmek istiyorum." Hiç bir şey kendiliğinden ne o kadar üzücüdür, ne de zor. Bizim gevşekliğimiz, güçsüzlüğümüzdür ona bu niteliği veren. Büyük ve yüksek şeyleri görebilmek için ona göre ruhumuz olması gerekir; yoksa kendi çamurumuzu görürüz onlarda. Doğru bir kürek suda eğri görünür. Önemli olan bir şeyin görünmesi değildir yalnız, nasıl görüldüğüde önemlidir."



27 Ekim 2010 Çarşamba

MUSTAFA HAKKINDA HERŞEY

                                                     

           Mustafa Hakkında Her şey filmi ara ara açıp izlenmesi gereken, dolu ve derinlikli bir film gerçekten. Hiç bir şey göründüğü gibi değildir sloganıyla yola çıkan bu film aslında neden hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığı ile ilgili zamansal geçişler yaparak ve sarsıcı bir senaryo ile karşımıza çıkıyor.
       Hayat geriye dönüp bakmadan yada çevremizi ne derece etkileyip etkilemediğimizi anlamadan düzenin dayattığı tüketeceksin, düşünmeden bilinçli olmadan tüketeceksin(sadece maddi şeyler değil) mantığıyla çerçevelenmiş bir hayat. Belki dışarıdan rengarenk gözüken ama tatsız bir hayat.  Kahramanımızın bu anlamda  hayat ve yaşadıkları ile ilgili değerlendirmeleri geç kalmış bir zamanda gerçekleşiyor. Giden gidiyor, yitik sabit. Ama geç kalsa da değerlendirmeler anlamı yakalamışsa birey kazanca odaklanılmal, kaybedilenlere değil sanırım. Çok ayrıntı vermek istemiyorum ama gönül rahatlığı içinde tavsiye edebiliyorum . Çağan Irmak bence hep izlenesi filmler yapıyor. Ellerine sağlık...

12 Ekim 2010 Salı

A. ALİ URAL/YANGIN MERDİVENİ



"Rüzgar yüzüme vuruyordu.Vurulur mu yüze?"

"Bu da lazım; kazağımın eskidiğini fark ediyorum. Pantolonumun rengi birden atıyor, gömleğimin yakası daralıyor, ayakkabılarım su çekmeye başlıyor. Bu da lazım; bu tablo duvarımda ne güzel durur, bıçaklarım körelmişti, canım balık istiyor."

"Eczacının :"İyi görünmüyorsunuz"sözünü, "iyi görüyorsunuz" diye cevaplıyor."



Kocaelide gerçekleştirilen kitap fuarının ilkiydi. Şule yayınlarında gezinirken Ali Ural'ın kitaplarını almaya karar verdim. Posta Kutusundaki Mızıka ve Resimdeki Görünmeyen kitaplarından sonra Ali Ural'ın Cumartesi günleri Burç FM de 22.30 başlayan Yazarlığın Sırları Programında Yangın Merdiveni adlı kısa öykülerin bulunduğu kitaptan bir öykü okuyunca artık okunma sırasının Yangın Merdiveni kitabına geldiğini düşündüm.
Ali Ural kolay okunan bir yazar değil, zorluyor , yoruyor ne demek istedi acaba sorusunu çok sorduruyor. Ali Ural yazılarını ve kitaplarını okurken hep ilkokula yeni başlamış çocuk acemiliği yaşıyorum. Okumayı sökme konusunda ümitsiz anlarım çok oluyor ama pes etmeme konusunda kendime sözüm var. Sıkı Ali Ural takipçisi sayılırım . Pazar günleri Zaman Gazetesinin Pazar ekindeki yazısını okurum , Radyo programını dinlerim kitaplarını takip etmeye çalışırım . Peki nedir ondan kalanlar sana derseniz kesinlikle kabım küçük yeterince faydalanamıyorum derim.
Son söz olarak bu kitaptan alıntı ile bitirmek istiyorum. Tavsiye mi . Ne haddime....

"Onu bir kalıba sığdırmak zordu. Çok parası olmayan ama çok sorusu olan bir adamdı babam. Bir şeyi" herkesin yapıyor olması"annemi rahatlatırken ,babamı rahatsız ederdi. O, soru işaretlerini bir torba çivi gibi önümüze döker, annemle ben bu eğri çivileri çekiçle tek tek düzeltmeye çalışırdık Ama ne kadar çaba gösterirsek gösterelim sonunda yorgun düşerdik ve hala ortada cevabı verilmemiş sorular bulunurdu.
Onun  odasını kitaplar doldururdu. Bu kadar kitabı olan bir adamın , bu kadar çok sorusu olması,bana onun kafasındaki sorulara cevap değil , kafasındaki cevaplara soru aradığını düşündürürdü."

29 Eylül 2010 Çarşamba

MUSTAFA ULUSOY/NIETZSCHE ve BABAANNEM




"HİÇ BİR DÜNYEVİ SEVGİ İNSANIN YALNIZLIĞINI GİDEREMİYORDU"

"sEVMELER ANCAK oN'A YÖNELİRSE MASUMDUR"

"ÖLÜM KARŞISINDA İTİRAZLARIMIZ HAYATI SEHİPLENMEMİZDEN KAYNAKLANIR"





24 Eylül 2010 Cuma

ERNEST HEMİNGWAY/ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR



"Hiç bir insan bir ada, kendi başına bir bütün değildir; bir toprak parçasını deniz alıp götürse Avrupa küçülür, bir yarımada yok olmuşçasına ,arkadaşlarının yada senin toprağın, evin kaybolmuşcasına ; herhangi bir insanın ölümü de beni eksiltir,çünkü ben insanlığın bir parçasıyım ;işte bu yüzden, asla sorma çanların kimin için çaldığnı, çanlar senin için çalıyor"JOHN DONNE 



Bence bu klasiğin en vurucu cümlesi kahramanımız Robert Jordan'ın şu cümlesi-Neyse, biz bütün hayatımızı dört günde yaşadık. Ölümle burun buruna iken yaşamda istenebilecek bir çok şeye dört gün için sahip olmak ve ölmek zorunluluğu.
Genel anlamda ağır ilerlediğini düşündüğüm klasiğin son sayfalarında ölmek üzere olan insanın bütün hisleri üzerimde gibiydi.
Kitap okurken bir ajanda mutlaka yanımdadır. Benim için önemli olan ve sarsıcı bulduğum cümleleri mutlaka not ederim.Bu klasikle ilgili notlarım çok olmamakla birlikte elimdekilerin ihtiva ettiği derinlik ve yoğunluk hele ki kitap bittikten sonra art arda okununca hani sırtınız üşür ya çok etkilendiğiniz bir şey yaşadığınız zaman, ben notlarımı okurken sırtımın buz kestiğini hissettim.

İspanyadaki iç savaş kitabımızın konusu. Olaylar  Faşistlere karşı Cumhuriyetçilerin gözünden anlatılır. Amerikalı Robert Jordon köprü uçurmakla görevlendirilmiştir general Golz tarafından ve bu işi yapması için gerillalarla birlikte  hareket etmesi gerekmektedir. Dört günün anlatıldığı romanda Robert Jordanın gerillalarla yaşadıkları ve onların yanında kalan Maria adlı kızla yaşadığı aşk  anlatılır ve daha çok ölüm konuşulur ancak buradaki ironik nokta ölüme ramak kala hayatla ilgili güzel şeylerin de her an insanın avuçlarında olabileceğidir. Bence bu klasiğin kurgusundan ziyade ölümle ilgili iç muhasebeler çok derece etkileyici.Mesela kahramanlarımızdan biri şöyle der." Bir insanı, bizim gibi bir insanı öldürmekten geriye kalan hiçbir güzellik yoktur". Ancak bunu söylemekle birlikte o an bir savaşın içinde olduğu ve öldürmek zorunda olduğu gerçekliğini şu şekilde kabullenir."Eğer başka insanların başına gelebilecek daha kötü bir şeyi önlemek için değilse, kimsenin başkasının canını almaya hakkı yoktur" Ama onlar faşistleri yenip Cumhuriyeçiliği yerleştirecek ve belki bir çok insan ölse dahi yüce değerleri insanlığa kazandırmış olacaklardır.İşte bu dayanak noktası ölümle ilgili sorgulamaları, öldürmek gerektiği noktasına gelip dayanır. Burada ihmal edilen nokta, herkesin kendince yüce değerler için ve insanlık için savaşığı gerçekliğidir.
Ayrıca değinmeden geçemeyeceğim bir noktada dinci faşistlere karşı savaşan dinsiz! kızılların din ile Tanrı ile paradoksal ilişkileri. Bir kaç örnek vermek gerekirse bir kızılın duası" Yüce Tanrım, bütün sevgime layık olan seni gücendirdiğim için pişmanım" "Biz inanmasak da galiba Tanrı var". Blasie Pascaldan bir alıntıyla noktalamak istiyorum yazıyı: " İnsanı Allah yaratmadıysa o niye yalnız Allah'a teslim olunca mutlu oluyor?İnsanı Allah yarattıysa niye insan O'na isyan ediyor?"