29 Aralık 2011 Perşembe

26 Aralık 2011 Pazartesi

HAKAN GÜNDAY/AZ

Önce hayvanların vahşi dünyasını anlatan bir belgeseli seyreder gibi okudum.....Çok içine giremeden ve "herşey olabilir" bu hayatta "hiç bir şey" beni şaşırtmıyor algısıyla birlikte ....Ama  lime lime edilip üzerime boca edilen acı karşısında duyarsızlığımı, iki damla gözyaşını çok görüşümü yadırgadım, garipsedim bir süre sonra... çok fazla olmuştum, ileriye gitmişti duyarsızlığım... halbuki öğrencilerimle birlikte kalbimi yumuşattığımı düşündüğüm bir dönemdeydim ......Sonra ne mi oldu kitabın yolu Oğuz Atay ve onun okuduğum tek eseri Tutunamayanlarla kesişince bana bi haller olmaya başladı. 26 yıllık yaşamımın yaşamaktan en çok zoruma giden dönemini hatırladım ve o döneme Tutunamayanları ortak edişimi.....
Derda...... yine Derda.......İki küçük bedene sığdırılmaya çalışılan kocaman bir dünya, kocaman bir çöplük........ Ama UMUT.....ama en kritik dönemde gerçekleşen buluşmalar....Ama ölecek olmamıza rağmen hayatla olan ilintimiz.....
Yolunuzu buluşturun bu kitapla.....Bazen enerjimizi yitirmemek adına duyularımızı iktisatlı kullanırız... Gözlerimizi kapatırız , kulaklarımızı tıkarız, bir çocuğun eli değer elimize hiç bir şey hissetmeyiz...... Ama bu kitap bütün duyularınızı kullanmaya mecbur ediyor  ve  bütün bedeni önce mide bulantısı sonra baş dönmesiyle zorluyor.....

Kitaptan Seçtiklerim:

Köyün bütün kızları gibi Fehime de bir çift gözden ibaretti....Doğunca açılan ölünce kapanan bir çift göz....

Oksijen alıp zehir veren adlar...

Bezir vuruyordu çünkü konuşmak ona daha zor geliyordu....

Bir yolu olmalıydı ...bir tane yeterdi....


22 Aralık 2011 Perşembe

A. ALİ URAL/GÜNEŞİMİN ÖNÜNDEN ÇEKİL

Günlerce inanılmaz güzellikte adalarla süslenmiş bir deniz kenarında hissettim kendimi.... Çok sıcaktı bunalmıştım...Denizden gelen esinti beni biraz olsun rahatlatıyordu ama denize girmeliydim ve adalarda dinlenmeliydim....Neden hemen denize bırakamadım kendimi bilemedim... malayani tuttu yenimden ... Zor kurtardım kendimi ... Denizdeydim ennihayetinde....Her adaya vardığımda orada kalmak istedim, her adadan ayrılıp bütün adalarda varolmak istedim...Mest oldum, bazen bedbaht.... bilemedim.... burda dursam mı başka bir denize geçmesem mi ... içmedim... sarhoş değilim... aksine gerçeklerdeyim.... Nasıl aptal hissettim kendimi nasıl şanslı....

Ahhh Ali Ural ..... Duygudan duyguya , asırdan asıra, dersten derse ,insandan insana .... yoruldum ...

Doğudan ve Batıdan Portreler... ...Kitaplığıma koymayı düşünmüyorum uzun süre.... yoldaşımdır ....

Kitaptan seçtiklerim:

Nefis bu,kuşu gökten koparır, balığı denizden...

İnsan ne tuhaftı . Kah Musa oluyordu kah Firavun, kah bahar oluyordu kah kara kış,kah damla oluyordu kah deniz, kah bülbül oluyordu kah dilsiz....

21 Aralık 2011 Çarşamba

ŞEBNEM FERAH/ÜNZİLE

Korkar, durur gitmez köyün en son çitine... İnanır o sınırda dünyanın bittiğine......!!!

18 Aralık 2011 Pazar

MERCEDES SOSA/GRACİAS A LAVİ DA

Bana çok şey veren hayata teşekkürler
her açtığımda, beyazdan siyahı
gökyüzünün derinliklerindeki yıldızlı görüntüyü
ve de insan kalabalıklarının içinden sevdiğim insanı
ayırt etmemi sağlayan, iki göz verdiği için teşekkürler
......

17 Aralık 2011 Cumartesi

CEM ADRİAN MARDİN KONSERİ

Dün Mardinde müthiş bir konser oldu... Cem Adrian, Allah'ın ses konusunda arka çıktığı kullarından biri:)) Tek kelimeyle muhteşemdi ....Eğer canlı performansını izlemediyseniz ilk fırsatta gidin derim Cem Adrian konserine... Hani bazen sırtınız buz keserya çok etkilendiğinizde... Sırtım dün gece hiç ısınmadı diyebilirim:)
Bazen sınırlı olmaktan, imkanların kısıtlılığından şikayet etsem de Mardin tutkun olduğum,  aşk hükmünde duygular beslediğim bir şehir.... Mardin ve Cem Adrian birleşince inanılmaz huzurlu, inanılmaz hüzünlü oldu dün gece....

ALEJANDRO AMENABAR/ İÇİMDEKİ DENİZ

Orijinal adı: Mar adentro
uzun metrajlı film
İspanya . Tür: Dram
Süre: 125 dk Yapım yılı:
2004


"Ölüm bir haktır" der filmin bir yerinde Ramon, çünkü o yatağa bağlıdır... denize yanlış zamanda atlamış ve dibe çakılmıştır daha gencecik bir deniz tutkunu iken.......Ve başkalarına bağımlı 28 yıl geçer ,onun nazarında onursuz bir yaşamdır bu...Oysaki ona severek bakan, onu gerçekten çok seven bir ailesi vardır....Çok kararlı bi karakterle karşı karşıyayız .....ve ikna kabiliyeti güçlü biriyle.... Hukuksal bir mücadelesi var ötenazi istiyor... neden ölüm hakkımı kullanamıyorum diye düşünüyor bir suçlu gibi intihar etmek istemiyor.... Bu mücadelesi kolay olmuyor ama...yanında olanlar hasta bir avukat, fabrikada çalışan Roza, Jene ve diğerleri......
İnanılmaz zeki bir adam, argümanları güçlü, konuşmaları etkileyici.... Zaten bir de kitabı basılıyor filmde.... Çok vurucu sahneleri var ama bence en etkileyici olanı vedalaşırken yeğenine "bana sarıl diyor" ve uzun bir sarılmanın ardından arabanın peşinden koşan yeğeni izliyoruz....
Kendi değer yargılarıma göre değerlendirmek istemiyorum, hiç kimse bir başkasını yargılayacak durumda değil çünkü... Hani Hz. İsa hiç kötülük yapmamış olan ilk taşı atsın diyor ya....

Şiir gibi vurucu bir film.....



16 Aralık 2011 Cuma

KİTAP.... KİTAP... KİTAP....:))KENDİMİ ÖDÜLLENDİRDİM:)

Yeni yıla yeni kitaplarla girmek istedim.... Uzun süredir kitap almıyordum....Bugün kendi mutluluğuma çalıştım yani:)) Bu kitapları seçerken belli blogları inceledim... birçoğu zaten aklımdaydı... ve çoğunlukla yeni yazarlarda yolculuk etmek için seçimler yaptım:))



1. Tahsin Yücel- Peygamberin Son Beş Günü
2. Albert Camus-Yabancı
3. Jerome David Salinger- Çavdar Tarlasında Çocuklar
4. Yusuf Atılgan-Aylak Adam
5. Heinrich Böll-Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru
6. Şebnem İşigüzel-Sarmaşık
7. Mehmet Anıl- Bitik
8. Selçuk Altun- Yalnızlık Gitiğin Yoldan Gelir
9. Khaled Hosseini-Bin Muhteşem Güneş
10. Hasan Ali Toptaş- Gölgesizler
11.Ayfer Tunç-Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi
12.Chantal Deltenre-Bebek Töreni
13. Hakan Günday-Az
14. Ayşe Kulin-Gizli Anların Yolcusu

15 Aralık 2011 Perşembe

PROF.DR. ALİ KÖSE/LAİK AMA KUTSAL

Üniversitede Din Sosyolojisi dersinde sorumlu olduğumuz kitaplardan biriydi Laik ama Kutsal....O zamanlar sıkıcı olacağı ön fikriyle okumaya başlamış sonra çok beğenmiştim , ilgiyi fazlasıyla hakettiğini düşünmüştüm.....Tekrar okumak istedim.....Bazı bölümleri akademik bilgiler vermesi sebebiyle ağır ve sıkıcı ilerlese de çarpıcı konulara ve çarpıcı örneklere yer vermesi bakımından çok hoş gerçekten..... Temelde SEKÜLERLEŞME mefhumu üzerinden ilerliyor kitap... 18. 19. yüzyıllarda modernite ile dinin etkisinin kaybolacağı hatta 20. yüzyılda da dinin tamamen yok olacağını düşünmüşler:)) sekülerleşmeyi savunan sosyologlar..... Ama şimdi ciddi anlamda bu kuramı sorguluyorlar, çünkü din yok olmadığı , bir yere gitmediği gibi minderi kalınlaştırıyor:))) Kitapta tam 7 makale var... hepsi okunmasa bile SEKÜLER ÇAN KULELERİ okunmalı diye düşünüyorum... İnsana bakış açısı kazandıran, düşüncelerine derinlik kazandıran özel bir kitap gerçekten....

Kitaptan Seçtiklerim:

Amerika Avrupaya göre daha moderndir ama daha az dindar değil..( Modernlikle dinin asla yan yana olamayacağını düşünenlere cevap niteliğinde)

"Weber somutlaşmış ekonomik düzeni ,içinden ruhun kaçtığı
 -DEMİR KAFES- olarak tanımlamaktadır"

9 Aralık 2011 Cuma

KRZYSZTOF KİESLOWSKİ/DEKALOGLAR( 1. Emir)


 1. Emir:           "senin tanrın benim, başka tanrın yoktur."

Krzysztof Kieslowski  benim ilgiyle takip ettiğim ve her filminden sonra anlatmaya çalıştıklarını özümsemeye çalıştığım bir yönetmen... Filmlerini arşivliyorum... Dekaloglara ulaşamıyordum... Yani filmleştirilmemiş televizyona çekildiği şekliyle kalanları bulamamıştım... Face de Kısa Film Arşivi' nin bir süre önce  dekalogları yayınlaması  beni inanılmaz mutlu etti ve sabırsızlandırdı ..... Tevrat'ın 10 emrinden yola çıkarak hazırlanmış 10 filmle karşımızda yönetmen...  yaklaşık her film 50, 55 dk uzunluğunda.... Aşk üzerine kısa bir film, Öldürme üzerine kısa bir film şeklinde bazıları daha sonrasında tekrardan gözden geçirilip muhteşem filmlere dönüşmüş......
1. Dekalog'a dönecek olursak bir baba'yı ve dünyalar tatlısı 10 yaşındaki oğlunu izliyoruz.... Hala ve buzlar arasında ara sıra görünüp kaybolan ağlamaklı bir adam daha var film de .Yukarıdaki fotoğraftaki genç.... Baba mantık üzerine kurmuş hayatını, bilgisayar, hesaplamalar ,matematik ... Tanrı yok hayatında ..... Her şeyin hesaplanacağını düşünüyor.Hesaplarla yaşıyor hayatını...... Hala ise inanan, Tanrı 'ya bağlı bir kadın... Ve 10 yaşındaki Pawek'in babası ve halası arasındaki git gellerine şahit oluyoruz..... Pawek'in köpeğin ölümünü babasına anlattığı sahne müthiş... Sarsıcı bir film...Hesap kitap yaparken her şeyin düzenleyici Allah'ın varlığını unutmamamız gerçekliği ancak bu kadar güzel, sanatsal anlatılabilirdi.... İzlememek büyük kayıp.......
Ayrıntı için:


                                 

8 Aralık 2011 Perşembe

İLKİM ÖZ TAN/ ERKEKLER NEDEN EVLENİR...


Dünki Türkiye Serisi'ni aralıksız okumayı düşünüyordum ama sanırım biraz ağır geldi.... Yani keyfini süremez oldum son iki kitapta.... Bu özel seriyi bu duygularla sürdürmektense farklı bir kaç kitapla devam edip sonra seriyi kısa sürede bitirmeye karar verdim. 
Erkekler neden evlenir? kitabı Kitap Kurduyum Ben'in çekilişinde kazandığım bir kitap... Hemde 24 Kasımda:))Anlamlı bir hediyeydi. Başlık çok dikkat çekici olduğu ve erkeklerle ilgili muzdarip kadınların çokluğu kitabın bir kaç elden sonra bana ulaşmasına neden oldu....Ben de ilgiyle ve merakla okudum....Kadınlar için erkekler , erkekler için de kadınlar tam bir muamma.... Anlamaktan ziyade sorgulayıcı, iğneleyici, kusur araştırıcı maalesef kadınların erkeklerle ilgili yorumları... Erkeklerde de boşvermişlik hali görüyorum.. Yani ne yapsam da yollar tıkalı.!!! deyip kendilerini adalara hapsedip kulaklarını tıkıyorlar.... Neyse bunlar benim saptamalarım :)) Gelelim kitaba... 6 hikaye var. Bu hikayelerde erkekleri, iç dünyalarını dolayısıyla kadınları gözlemleme şansını yakalıyoruz.... İlk 4 hikaye mutlu sonla bitse de son 2 hikaye oradaki bitmişlik durumu insanı gerçekten derinden etkiliyor....İlişkileri tahlil etme anlamında da önemli bir kitap.......

Kitaptan Seçtiklerim:

"Hem empati kurmalıyız hem de kendi bulunduğumuz yeri ayrı tutmalıyız."
"Unutmak bir savunma davranışıdır"
"Hayatın karşısında, kendin dışında bir bireyle durmak seni güçlendirir."



5 Aralık 2011 Pazartesi

7- M. NECATİ SEPETÇİOĞLU/ BU ATLI GEÇİDE GİDER


Bu Atlı Geçide Gider Şeyh Bedrettin- Yıldırım Beyazıt- Timur etrafında gelişecek olayların ilk kitabı aslında...Sonrasında Şeyh  Bedrettin' in ve Orhan torunu, Murat Bey' in oğlu Beyazıt' ın çocukluktan yeni yetmeliğe geçiş dönemini, Timur'un ben de varım artık demeye başladığı dönemi ayrıntılarıyla okuyoruz.... Başa dönecek olursak, Kara Mustafa' nın 5 çocukla beraber Somuncu Baba' yı ziyareti esnasında yaşananları ve o esnada Beyazıt olduğunu sonradan öğrendiğimiz bir atlının Geçide doğru amansız bir at sürüşünü okuruz....
Çocuklardan Ecevit, Derbentçilerin yanına verilecek, Bedrettin ailesine teslim edilecek, Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa Türkmen ailelerinin yanına yerleştirilecek devşirme, Doğan ise Kumral Ocağına yerleştirilecek bir şehit çocuğudur....
Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa karakterleri ile yazar devşirmelerin içinde  devşirmeliği asla içine sindirememiş olanların ruh hallerini, düşüncelerini çok iyi yansıtmakta......
Doğan, sonradan Yıldırımlaşacak Beyazıt'ın yanında önemli bir konuma yerleşecek...
Bedrettin ve yapacakları aslında diğer kitaplarda daha iyi netleşecek....Öyle gözüküyor:)
Vee Kosova Meydan Muharebesi... Sultan Murat'ın savaşırken istediği şehadet mertesinin yaralı sırp bir esir tarafından savaş bitminde bir hançerle gelmesi..... AHH beni en çok sarsan yer nizam-ı alem için Yıldırım Beyazıt'ın karındaşı Yakup Bey'in başına gelen.....
Bu kitap da yine 1 doğumla farklı olarak 2 ölümle nihayetleniyor.....
Kitaptan Seçtiklerim:

İnsan insanın sınırıdır...

Savaş gerçektir. Onun için acı verir. Onun için sevilmez....

Her görülen söylense kıyamet kopar....

2 Aralık 2011 Cuma

6- M. NECATİ SEPETÇİOĞLU/ ÜÇLER YEDİLER KIRKLAR

 Üçler Yediler Kırklar..... Dikkat çekici bir isim gerçekten.....Liseye giderken Felsefe hocamız hissi kablel vuku'nun anlamını sormuştu.... Gerçekleşmeden önce bir olayı hissetmek olduğunu açıklamak zorunda kalmıştı bizden ses çıkmayınca..... Bu kitap hissler, duygular, çocukluk anılarının özellikle kötü anıların hayatları nasıl etkilediğini tarihle harmanlayıp anlatıyor...
Orhan Bey'in Dönemindeyiz.... Ve oğlu Süleyman Bey'in öne çıkmaya başladığı.... Ahh eskiler....eskilerde en kıymetli olup , sonrasında görmezden gelinenler... İçim burkuldu Dursun Fakih'e... o kendine hiç acımazken ve kendini hiç savunmaya geçmezken.... Ve dedikodunun, söyletinin, iftira at tutmazsa izi kalır mantığının ne kadar işlerlik kazanabileceğini.....
Değinmeden geçemiyeceğim bir konuda 6. kitapta farklı bir yöntem kullanması yazarın.. Nasıl bir yöntem.... Önce olayların sonu veriliyor... sonra olayın başına dönülüyor... Bu yüzden dikkatle okunması şart....Keyifli okumalar...

Kitaptan Seçtiklerim:

"Devlet devletse insan da insandır"

"Kötülükler başınsa olsun ,sonunda olmasın yeter ki... Yol yakın iken dönüşü kardır...."

27 Kasım 2011 Pazar

AKİRA KUROSAWA/ 7 SAMURAY


Referans almadan film izlemiyorum. Deneme yanılma izlemeleri yapacak kadar vaktim yok. 7 Samuray da tavsiye üzerine izlediğim bir film. Geç kalmış kesinlikle geç kalmış bir izleme..... 1954 yılında çekilmiş...Siyah beyaz..... Zaten yönetmenin adını görünce iyi bir şey izleyeceğimi biliyordum..... Çok uzun bir film .... 3 saatten daha fazla sürüyor.... Hele benim gibi netten izlemeye çalışırsanız sıkıntı yaratıyor... Arşivlik bir film gerçekten.... En kısa sürede edinmek istiyorum..........Ben izledim.... Siz de geç kalmayın......:)))


26 Kasım 2011 Cumartesi

5-M.NECATİ SEPETÇİOĞLU/ ÇATI

Dünki Türkiye Serisinin 5. kitabı da  bitmiştir...gelsin sıradaki:))) İlk 4 kitaba göre biraz zorladı beni.... belki dikkatimin kuş uçuşunda oluşundandır..... Ben ne kadar bitmesi için evecenleşsemde kendileri:))) evmedi bitmesi için... Keyfi yetti Çatı Efendinin bitiverdi sonra...... Aslında bir arkadaşla yarışma halindeyim... O belirlediği 3 kitabı bende bu serinin 5, 6 ve 7. kitaplarını Aralık ayının 6 sına kadar bitirmemiz gerekiyor... Bakalım ne olacak sonuç:)))
Gelelim Çatı'ya.... Konak  Ertuğrul Bey'in ölümüyle bitmişti ve Osman Bey'in oğlu Orhan' ın doğumuyla.... Ölüm .... Doğum.... Ölüm doğumla başlar aslında .... Ölüm' ü an' da zannederiz ama ölüm doğumla birlikte peyderpey yaklaşır ve bir an'da gizliliğini yitirip aşikarlaşır..... Çatı da tıpkı Konak gibi bir ölüm ve bir doğumla biter......Osman Bey'in ölümü Orhan Bey'in oğlunun doğumu.....Osman Bey Karacahisardadır... Babasının suskunluğunu seslendirmiştir ama nara değildir bu ses henüz...Naraları Orhan Bey döneminde daha sık duyacağız sanırım..... Aslında kitabı ağırlaştıran sebepte bu bence.... Aşireti devlet yapmanın bütün zorluklarını, sancılarını, sıkıntılarını hissediyorsunuz okurken..... Göçebe bir topluluğu yerleştirmeğe , yepyeni bir düzeni , asimile olmadan kurmaya çalışıyorsunuz..... Binanın su almaması, öyle eften püften sebeplerle savrulmaması için korunaklı olması için çatı kondurmaya çalışıyorsun sanki.....İlmek ilmek örüyorsun, sıkıntıdasın ama bitince keyfince karşısına geçip izleyeceksin gibi bi his bırakıyor kitap... Ölümler daha çok can yakıcı ölümler görüyoruz..... Rahman, Kumral Dede, Şeyh Edebali, Mal Hatun, Osman Bey......
En sıkıntıyla okuduğum yeri Acem Karısının doğuramayışı sanırım... öylece doğuramadan bütün sıkıntılarıyla ölmesi... bir insan çok kötü de olsa bu şekilde ölmesi beni kötü anlamda etkiliyor.....
Benden bu kadar... merak edenleri bu seri'ye davet ediyorum...

Kitaptan Seçtiklerim:

"İnsan gönlüne güvenmez" ,"Güzel laf ama güzel laf gibi de gerçek değil."

"Vediğin nimet içinde mihnet için de çok şükür"

"İnsan kocaman bir hayal, kocaman bir oyalanma"

22 Kasım 2011 Salı

ERKİN KORAY/ÇÖPÇÜLER

Şimdi düşününce ilginç geliyor ama ilkokulda öğretmenimiz  şarkı söyleyin dediğinde arkadaşımla bu şarkıyı söylerdik:))) Abimin tren gelir hoşgelir ley ley limi limi ley söylediğini hatırlayıncaa:))

20 Kasım 2011 Pazar

HENRY FONDA/12 ÖFKELİ ADAM

Kıymetli bir arkadaşımın önerisiyle izledim....  Ve uzun süredir böylesine bir film izlememiştim gerçekten..... Kim Ki Duk 'un Boş Evi' ni izlerken de aynı düşüncelerle dolmuştum.... Doğru dürüst konuşma yoktu o film de ama başlıyor ve değişik hislerle bitiyordu.........
12 Öfkeli Adam  bir genci idama götürüp götürmemeye karar verecek adamlardır... Film'in büyük bir bölümü bi toplantı salonunda geçer.... Ve 12 İnsan' ın inişli çıkışlı ve daha çok öfkeli hallerini izliyoruz.... Ayrıntı vermeyeceğim ......:)))
Adalet.... Vicdan........ Öfke.......Şüphe.......
Mutlaka ama mutlaka izlenmeli......

EZGİNİN GÜNLÜĞÜ/KÜÇÜĞÜM



19 Kasım 2011 Cumartesi

4-M. NECATİ SEPETÇİOĞLU/KONAK


Artık Selçuklu' nun can çekiştiği bir dönem.... Anadolu'nun durumu yamalı bir yazma....Nerden tutsan elinde kalacak cinsinden..
Şimdi biraz başa dönelim Kumral Dede'ye....Kumral Dede'nin Konya'nın ötelerine gönderilişine.... Bundan önceki 3 kitap ta kılıcın ağırlığı sözkonusuydu.....Şimdi dervişlerin muştusuna uyan , arkadan gelen bir kılıç görüyoruz... Ne demeye gelir bu:))) kitaptaki ifadelerle yazmaya başladım bende....Manevi önderlerin önderliğinde kurulmaya çalışılan yeni düzen..... Nitekim Osman Bey'e padişah olacağını Söğütte aşiret olan Kayı Boyu'nun devletin temelini oluşturacağını Kumral Dede Osman Bey'e muştular......
Ertuğrul Bey'in ölümüyle sonlanır kitap.... Ertuğrul Bey'i sessiz, uyumlu, barışçı tutumuyla görürüz hep..... Bu anlamda eleştiri alır Ertuğrul Bey ama O' nun da bir bildiği vardır.... Nitekim ölüm döşeğinde oğlu Osmanla vedalaşırken bu durumunu şöyle özetler:
"Bir tohum toprakta köklenmeden sürgün verirse kurur" . Aslında siyasettir Ertuğrul Bey'in yaptığı .... Sessizce  petek oluşturmaya çalışır içinin balla dolması için.... Oğluna Şeyh Edebali'nin  kızını alması da Şeyh Edebali'nin kızını vermesi de Osman Bey' in güçlenmesi içindir.....
 Yesi' den yola çıkan Kumral Dede ve yolda biraraya geldiği zanaat ehli eski bir yapı da durmaya karar verirler .... O eski yapı taş yontucusu ve dülgerin elinde öyle bir yapıya dönüşür ki.... Orada bir kaç yılda öyle bir faaaliyet başlarki... Artık bu yeri ve yerdekileri duyanların sayısı ayyuka çıkar.... Osman Bey'in arkası güçlüdür artık.... Temeli en sağlamından Ertuğrul Bey atmıştır artık Osman Beyle birlikte o temele Konak kondurulacaktır......

Sessizliğin bitişi Osman Bey'le şenliğin başlangıcındayız....

Kitaptan seçtiklerim:

Tanrı zamanın sahibidir.Vakit zamanın parçasıdır.Bütüne Tanrı ,parçaya parça sahip olur...

Kayıplar kalabalıktadır; yalnızda kaybolmaz insan. Yalnızlık açıcıdır, göstericidir. Kalabalık örtücüdür...

Zulüm doğurana döner.....

16 Kasım 2011 Çarşamba

MOHSEN NAMJOO/ ZOLF BAR BAAD

Blogumun adını Okuduklarım, İzlediklerim ve Dinlediklerim:)) şeklinde değiştirmem gerekiyor sanırımm... bu ara müzik anlamında bi arayış içerisindeyim.... sebepsiz aslında....içimden geliyor.... iyi ki de arıyorumm :))) nerde böyle aşklar dedirtecek bi parçada şimdi sıra...... sorgulardayım aşk'ı sevgiyi....
Deniz çok sevmem ben.... su güvensizlik verir bana...  özellikle aşk  denizde yolculuk gibi bana göre....başına ne geleceği neler yaşayacağın belli değil.... güvenle karaya ayak basmak yada fırtınalarda harap olmak var...... neyse uzatmayayım parçayla baş başa bırakayım....


13 Kasım 2011 Pazar

3- M. NECATİ SEPETÇİOĞLU/KAPI


Bayram demek memleket demek...12 saat gidiş ,12 saat  geliş 24 saat yolda olmak demek......misafir ağırlamak...her yerde ikram tabağı görmek, değişmeyen menüyü sunmak ve tatmak demek.....ez cümle okuma sürecini biraz yavaşlattı bu tatlı yoğunluklar....az da olsa okudum kitabı ama daha  çok son 2 iki günde bitirdim diyebilirim.....
Veee seri'nin 3. kitabı bitti...... Aslında benim için süreç yeni başlıyor diyebilirim... ilk 3 kitabı mükerrer okumalarla epeyce biliyordum... tabii unuttuğum yerler olmuş ....ama yinede tanıdık bir dostla bildik şeyler üzerine muhabbet gibi ilerledi şimdiye kadar....Artık 4. kitabımız Konak'la daha merak eden yanım depreşecek biliyorum...
Gelelim KAPI'ya:
En son Malazgirtte bitmişti Anahtar.....Malazgirt'in önemini hepimiz biliriz ... Anadolu'nun kapıları Türklere açılmıştır bu savaşla.... Aslında kitabın ismi de bunu hatırlatmaktadır... Artık Anadolu'yu iyice sağlamlaştırmak yani kapıyı çelikleştirmek ve bu yurda yerleşmek planları yapılmaktadır.... Türkiye Sultanı Süleyman Şah'ın ölümü üzerine bu vazifeyi oğlu Kılıç Aslan devralmıştır... Ancak bi sorun vardır.... Kılıç Aslan kendinden başka kimseye güvenmemektedir.... Tanrı'ya bile.... Görmediğim şeyi sevmem der kısaca... Ama ötelerden beri maneviyat ve kılıçla ilerler bu dava.Yesevi tekkelerinin ve Kurt Baba'nın yaptıklarını çerinin beynini uyuşturmaktan öte bir şey olmadığını düşünür kılıç Aslan ve onlara hiç itibar etmez.....Ama öyle bi an gelir ki Kılıç Aslan inanmadan hiç bi şeyin omayacağını farkeder.... Ve işte o zaman Ersagun Bey şöyle der: Her şey yeniden başlıyor......
Diğer tarafta Hasan Sabbah'ın adamı Salih Dai ile hristiyan şövalye Çulsuz Gotiye'nin sevgi sevgi diye çırpınan tek hayali bir manastır kurmak olan ve halk tarafından sözü kıymetle dinlenilen Keşiş Piyer Ermit'i kandırışalrını okuruz kitapta... Ama nasıl bir kandırış!!! Canlıların ölümüne ne denli içerlendiği bilinen keşişe bir kırlangıç, bir böcek, bir bitkinin ölüsü gösterilir.... sonra bunlar yetmez paramparça edilmiş bir kadın( Ziba)ın cesediyle yüzleşir... Kim yapmıştır bu caniliği... Tabiki Türk, tabiki acımasız Türkler... Keşiş yola çıkar. Ardında binlerce baldırı çıplak..... artık Türklerle yüzleşmelidirve onlara sevgi!!yi anlatmalıdır...
Akça Kız'la Yağmur Bey'in sonunu da bu kitap da öğreniriz....:(((

Kitaptan Alıntılar:

Yatarken çıkardığı gündüz giyecekleri gibi zindana atılırkenhayatı da üstünden çıkarıp bir kıyıya bırakmıştı, uyandığında giyinecekti....

Bana sorarsan his hayattır... Fikir dediğiniz o kuru nohut taneleriyle o güzelim hayatı takır tukur ediyorsunuz..

Mesele Türkler değil, mesele İslam dini de değil... Mesele Türklerle İslam dininin biraraya gelmesidir....

5 Kasım 2011 Cumartesi

2- M. NECATİ SEPETÇİOĞLU/ANAHTAR



Dünki Türkiye Serisi'nin 2. kitabı Anahtar......Alpaslan'ın Batiniler tarafından öldürüldüğünü öğrenmekle başlıyoruz kitaba ve yerine Melikşah'ın geçtiğini .... Anadolu da Süleyman Bey döneminden Türkiye Kurucusu Süleyman Şah'a uzanıyoruz..Ben bu kitabı Kilit'ten daha çok seviyorum açıkçası.... Bunun sebebi sanırım Küpeli Hafız takımının neler yaptığını daha açık göstermesii.....vee Ersagun Bey'in Bizansta kotardığı akıl almaz işler.... Aklın önünde  eğilesi geliyor insanın... daha doğrusu imanla, adanmışlıkla süslenmiş akılların önünde eğilesi geliyor insanın..... Ecdat bizden öte yaşamış, düşünmüş.....
Yağmur Bey' le Akça Kızın sevdası....... Dokunmadan sevmek, dokunamayacağını bilerek ......
Nizamül Mülk, Bağdat halifesi, Fatimi Halifesi, Karahanlı Terken Hatun.... siyaset....siyaset..... güç yarıştırma.....ve unutmadan Hasan SABBAH.... fedaileri.....
Süleyman Şah'ın içliliği, Mansur Bey'in dindiremediği kin'i.....herkesin birbirinden şüphe etttiği bir ortam..... Bizansta önüne gelenin imparatorluğunu ilan ettiği... Biliyorum çok kesik kesik anlatıyorum... Aslında hiç anlatmak istemiyorum.....Okunmalı .... bu serii geniş bi kitleye ulaşmalı......
Süleyman Şah'ın oğlu Kılıç ASLAN' la yolculuğa devam.....

 Kitaptan Alıntı:

"Dök bakalım, elimizin sabununu yurken sana Müslümanlığı anlatalım. Eyi dinle ama...he mi?Öyleyse diyelim ki şu elimdeki ibrik bir insandır.İçine hiç bir şey doldurmazsan neye yarar?.. Aha o kösede lök gibi durmaz mı?.... Durur ,değeri ne ise odur;içine yarısına kadar su doldurursan ne olur?... Yarım dolu olur.... Değeri ar...tar , ağzına kadar doldurursan değeri ağzına kadar dolu artar.Şimdi bu ibrik boşken,çevirip dökmek istediğini farzet.... ne dökeceksin... hiç... hava. İçi dolu olsaydı da dökseydin bereket dökecektin. On kere on bin tane dolu ibriği yan yana getirir de boşaltırsan ne olur?Umman olur umman . İşte senin Peçeneklerin boş ibrik gibi döküldüler...Hava!!!Bir de başka türlü düşün... Boş bir ibriği hızlı bir yel esse devirir mi?Devirir. Öyleyse dolu bir ibriği devirmek için yelin iki misli esmesi lazım.Eeee...On kere on bin dolu ibriği devirecek yeli nerde bulacaksın? Hadi devrildi diyelim onun suyu boğar önüne geleni hay oğul..."


1 Kasım 2011 Salı

ZAZ.....ÇOK KEYİFLİİİİ:))))

ZEKİ DEMİRKUBUZ/MASUMİYET


Zeki Demirkubuz filmleri.....
Albert Camus’nün Yabancı eserinden mülhem 2001 yapımı Yazgı
Bekleme Odası
C blok
İtiraf
Kıskanmak
ve Son olarak Masumiyeti de izlemiş bulunmaktayım.... Zeki Demirkubuz filmleri rahatsız edici, rahatsız ediciliği sanırım Yaşanmışlıklardan yola çıkmasından ..... Hayat bütün gerçekçiliğiyle yaşanırken.... Ağır geliyor bana..... Özel bir yönetmen ve her biri birbirinden özel filmleri.....

29 Ekim 2011 Cumartesi

1- M. NECATİ SEPETÇİOĞLU/ KİLİT


                                                Parola:
                                    "Her kilit açılır mı?"
                                   "Anahtarını bilmeli"
Baskın yer Karabudun..... Sürüden arta kalan ise Ceyhun ırmağının ihanetine uğrar.... Buzlar bu arta kalanıda taşıyamaz..... Sarı Hoca: "Esaslı budandık" der bu baskına........ Alpaslan daha çocuktur ama babam "gözcüyü iyi seçmemiş" der..... Gümüş Tekin!!! gözcülerin başıdır..... İhaneti bilerek görmezden gelinir... Selçuklu arıktır..... Ayrılığı kaldıracak durumda değildir..... Gümüş Tekin yiğittir ve onu seven yiğitler vardır.....Yurt edinmek , savaşmak sadece bilek gücüyle olmaz.... Yiğitlik, akıl, sabır, siyaset......hepsi olmalıdır.... hepsi aynı anda olmalıdır.... Ah Sarı Hoca, Küpeli Hafız ...... günümüzde de böyle insanlar olsa yani sayıları çok olsa.......

Göz bebeği Alpaslan..... Yiğitliği Sav Tekin' den aklı Sarı Hoca' dan alan ,Çağrı Bey babasının Tuğrul Bey amcasının geleceği teslim edecekleri , Balçarın gündoğusu özleminin nedeni Alpaslan......

Dandanakan da kilit açılır gibi olur ama tam açılmaz.... nedir bu kilit.... Alpaslan dan öğrenelim:
"Bu kilidi Bizans sayın siz.... Bizans' da bu kilit gibi yıllar yılı toprak altında kalmış,paslanmış bilin....Doğrudan anahtarı vurup kilidi açamayacağımıza göre her birniz bir yandan gevşetmeye başlamalısınız"

Ve Malazgirt.....

27 Ekim 2011 Perşembe

DÖNÜŞ


Tür: Dram
Gösterim Tarihi: 4 Şubat 2005
Yönetmen: Andrei Zvyagintsev
Yapım: 2003, Rusya
Süre: 105 dk.


Bilemedim, ne hissedeceğimi gerçekten  bilemedim...... Demir gibi, duvar gibi bir baba...... Sorgulamadan onu kabullenen abi ,onun 12 yıl sonra  döndükten sonra neden bu denli hırçın olduğunu anlamaya çalışan küçük kardeş..... Dram, gerilim......Bazı sahneler gereksiz çekilmiş sanki....... Ama görüntüler, özellikle küçük çocuğun konuşmaları çok yakıcı.....Sanırım unutamayacağım filmler arasına girdi........

25 Ekim 2011 Salı

MUSTAFA NECATİ SEPETÇİOĞLU/ DÜNKİ TÜRKİYE SERİSİ



Tarihle ilgili aklımdaki en esaslı serilerden biridir . Dünki Türkiye Serisi... Lise yıllarına kadar dayanır tanışmışlığımız....Arkadaşım babasının kitaplığından alır ben bitirdikçe diğerini getirirdi.... 4.  kitaba kadar okumuştum o zamanlar.... Sonra ne zamanki para kazanmaya başlayıp kitaplığımı oluşturmaya başladıktan sonra almıştım bu seriyi... Ama serideki kitapları arka arkaya hiç okuyamadım şimdiye kadar... Hedefim yıl sonuna kadar bu seriyi tamamlamak.... Edebiyatla tarihin nasıl örtüştüğünü, gayretle maneviyatın birlikte neler yapabileceğini gösteren özel bir serii...Alpaslanın çocukluğundan başlar ...... Selçuklu , Osmanlı derken , İstanbul' un Fethine kadar gelir... İlk kitabımız Kilit le başladım yolculuğa....Sanırım 3. okuyuşum... belki de 4.        :))) Yıl sonuna kadar hedefim ilk 8 kitap... kalan 4 tanesini de 2012 de artık :)))İnşallah tabiii....


1. KİLİT
2. ANAHTAR
3.KAPI
4. KONAK
5. ÇATI
6. ÜÇLER YEDİLER KIRKLAR
7.BU ATLI GEÇİDE GİDER
8.GEÇİTTEKİ ÜLKE

MUSTAFA ULUSOY/DÜNYANIN ÜÇ YÜZÜ

Yitiyoruz. Bu dünyada.Hep birlikte. Gidiyoruz.
Varsın ,olsun.
Varsın, bir buz sarkıtının ucunda donarak asılı kalmış bir su damlası gibi,
dünyanın üçüncü yüzünde asılı kalmış olsun varlığımız.
Bir de dünyanın birinci ve ikinci yüzü var....

Açıkçası ne NIETZSCHE ve BABAANNEM ne de AYNALAR KORİDORUNDA AŞK kitaplarından aldığım keyfi aldım. Mustafa Ulusoy, insanın içindeki huzursuzluk ve huzursuzluğun nedeni üzerine gerçekten kafa yoruyor ve çok özel sonuçlara varıyor, bazı cümleleri gerçekten vurucu oluyor ama anlatma biçimi açıkçası beni tatmin etmiyor artık... Zaman gazetesinde yayımlanan yazılarını kitaplaştırmış.... ben bir çoğunu önceden okumanın rehavetini de yaşamış olabilirim.....
Bu kitabında Risalelerden çok yararlanmış.... Risalelerden alıntılarla ilerliyor kitap....Ayrıca birçok film ve kitabı hatırlatıyor Mustafa Ulusoy .....Son bölüm Perde'yi çok beğendim.... Film Şeridi programı tadındaydı.... Venedik Taciri, Sonbahar , Yumurta, Kirazın tadı, İçimdeki Deniz...... gibi bir çoğunu izlediğim filmlerin  karakterle diyalog şeklinde anlatımı çok güzeldi.....

Kitaptan Alıntılar:

Hani denir ya gitmek mi zor kalmak mı,diye. Bana sorarsan dönmektir en zoru Yusuf.

Bir bayram dayısıçocuklarına aldığı halde ona bayramlık elbise almamış. O an hayat çat diye kırılmış.

Beğenilme müptelasıyız.


16 Ekim 2011 Pazar

JOSE SARAMAGO/ KÖRLÜK

Koku' dan sonra Körlük kitabıyla okuma serüvenimi sürdürdüm. Duyularla ilgili arka arkaya iki kitap. Koku da inanılmaz bir koku alma duyusuyla karşı karşıyaydık. Körlük ise koskoca bir kentin insanlarını aniden yakalayan, salgın halinde yayılan "BEYAZ FELAKET' i anlatıyor. Değişik , sarsıcı ve gerçekten inceden inceye düşündüren bir kitap.....

Bir gün kırmızı ışıkta dururken birden bire herşeyi bembeyaz gördüğünü söyleyen adamla başlar körlük. Sonra onu evine götüren iyiliksever! ( fırsattan istifade arabasını çalar) kör olur .... sonra onları muayene eden göz doktoru........1. körün karısı..... doktora muayeneye gelen koyu renk gözlük takan genç kız.....Hükümet, karantina yöntemiyle, yayıldığını varsaydığı hastalığı önlemeye çalışır.... Nasıl mı? Körleri ve kör olma ihtimali yüksek olanları eskiden akıl hastanesi olan bir yere yerleştirirler...önce beş altı kişi derken günler geçtikçe bu sayı ikiyüz ikiyüz elliyi bulur...... Bu kadar "kör olmuş" daha doğrusu "yeni kör olmuş" insanın bir arada ve gören gözlerin yardımından uzak yaşamaya çalıştıklarını düşünün. Orada oluşan pisliği tahayyül edin...Kitap çok özel ve güzel ama bir o kadar mide bulandırıcı... maalesef....Hemen hemen hepimiz kör olsak nasıl olurdu sorusunu sorup gözlerimizi 5dk. kapayıp bi şeyler yapmaya çalışmayı denemişizdir.... Burada yaşanan körlük gerçekten insanı çaresiz hissetttiyor... onların yerine dahi koyamıyorsun kendini.... öyle bir ortam düşünün ki doğru dürüst yemek yiyemediğiniz , ihtiyaçlarınızı giremediğiniz ve üstüne üstelik kötü niyetli körlerin hayatınızı zindan ettiği bir yer .....işin acı veren kısmı kentte sadece doktorun karısının gören gözleri..... neden acı veriyor.... bütün bu felaketleri sağlam olan tüm duyu organlarıyla zerrelerine kadar yaşaması, hissetmesi ve kendini diğerlerine adaması..... Çok şükür ki  yazar son sayfalarda mutlu ediyor sizi:)))) bu kitabın okunmasını tavsiye ederim ..... gerçekten düşündürücü..... görme duyusunu yitirenlerin beraberinde insanlıklarını da yitirmelerini çok güzel sorguluyor.......

Kitaptan seçtiklerim:

"İyi de kör olmak ölmek değil ki, evet ama ölmek kör olmak.."

"Zamana zaman tanıyın"

"Hastalık mikrobu taşıyanlardan en cesaretli yada en yazgıcı olan... bu iki niteliği birbirinden ayırmak her zaman kolay değildir"

6 Ekim 2011 Perşembe

PATRICK SÜSKIND/KOKU

"O, dünyanın en pis kokan yerinde kokusuz olarak doğmuş olan, çöpün ,çamurun,kokuşmanın içinden gelen,sevgisiz büyümüş,sıcak bir insan ruhu olmadan sırf inatçılığından ve iğretisinin verdiği güçle yaşayan,ufak,kamburu çıkmış, topallayan, çirkin, herkesin sırt çevirdiği, içi ve dışı da mendebur Jean-Baptiste Grenouille kendini dünyaya sevdirmeyi başarmıştı. Sevdirmek de ne demek!Aşık olmuşlardı ona!"

Kitabı bitirir bitirmez filmini izledim....Duyularımız, duyularımızın gücü ya da güçsüzlüğü üzerine doğrudan anlatım içerisine girmiş çok film ve kitap bilmiyorum açıkçası.....bu açıdan değerlendirdiğimde özel bir kitap gerçekten Koku.... Ama içine giremedim açıkçası kitabın... Ne kahramanımız Jean-Baptiste Grenouille ne  de O' nun  inanılmaz burnu aman aman bi etki bırakmadı bende....Bu aralar pek şaşırmıyorum, pek etkilenmiyorum , beynimde dönüp dolaşan bir yorgunluk söz konusu belkide bu yüzden sarıp sarmalamadı ...

Kahramanımız Jean-Baptiste Grenouille doğumuyla birlikte ölümle ilişkilidir aslında ... Annesini dar ağacına gönderir ağlayışı....Büyüdükçe ölüme sebep olmanın ötesine geçip öldürmeye başlar.....
Kokuları en üst düzeyde algılaması, ayrıştırması bir yana herşeye rağmen tutunabilmesi bir diğer özelliği .....bir kene gibi der yazar bu haline.... Tutunmanın, sevilmenin zirvesindeyken bin parçaya ayrışıp yok olması... Zirveye de hiçliğe de, o öldürdüğü kızlardan elde ettiği kokuyla gitmesi....Neden böyle korkunç bir yola başvurur kahraman. Çünkü bu inanılmaz koku duyusuna karşın kendi kokusu yoktur... ve kendine has koku yapma tutkusu, hırsı ... geride bir çok ceset bırakmayı gerektirir...

Paranın ya da şiddetin ya da ölümün gücünden büyük bir güçtü elindeki: İnsanlarda sevgi uyandırmanın yenilmezgücü. Yalnız bi şeye yetmiyordu bu güç:  Kendi kendisinin kokusunu almasını sağlayamıyordu. O zaman da isterse bütün dünyaya karşı parfümü sayesinde Tanrı gözüksün-kendi kendini koklayamadıktan ,onun için de kim olduğunu asla bilmeyecek olduktan sonra, hiçbir şey umrunda değildi, ne dünya ne kendisi ne parfümü...

16 Eylül 2011 Cuma

MUSTAFA KUTLU/HUZURSUZ BACAK


Mustafa Kutlu'dan okuduğum ikinci kitap Huzursuz Bacak. Bütün kitaplarını okumak istiyorum .Önemli bir hikayeci gerçekten.... özellikle İslami camianın dikkatle takip ettiği  bir yazar. Bir zamanlar yeni düzenin en büyük eleştireni olan dindar kesimin belli bir zaman sonra nasıl bu çarkın önemli bir dişlisi haline  geldiğini Ömer Faruk karakteriyle inceden inceye eleştiriyor.Konusuna gelirsek Tıp profesörü ve gelenekçi bir babanın; arkeolog , modern, kurallardan uzak yaşamış bir annenin üç çocuğundan biridir Ömer Faruk. Zaten anne ile baba o 4. sınıfa giderken ayrılır. Onu ve kardeşlerini Fatmaanneleri(babaanneleri) büyütür. Doktora için yurtdışına çıkar . Amacı donanımlı olarak dönüp ülkesine hizmet etmektir. O yurtdışındayken babası ölür ve ona haber verilmez eğitimi aksamasın diye. Anne ile irtibatı zaten telefonla görüşmelerin ötesine geçmez. Doktora bitince yurda dönüş yapan Ömer Faruk önce babasının rektör arkadaşını ziyaret eder. Rektör geçmişindeki siyasi olaylardan dolayı onu üniversiteye alamayacağını söyler. Sonrasında muhafazakar çevreden tanıdığı , mahalleden tanıdığı ticarete ve siyasete atılmış arkadaşlarıyla biraraya gelir. Onların iş tekliflerini geri çevirir. Çünkü ona göre bu teklifleri kabul etmesi yabancıların oluşturduğu düzenin bir parçası olmayı kabul etmektir. Kitapta şöyle bir cümle var ki gerçekten çarpıcıdır. " Mücahitler müteahhit oldu". En sonunda döner dolaşır babasından yadigar çiftliğe yerleşir. Artık ordadır... Ekonomi üzerine yaptığı doktorayı kapital düzenin hizmetine kullanmaktansa kendi babasının topraklarında organik tarımla uğraşmayı yeğ tutar. Aslında hikaye basit. Ama dindarlığı, muhafazakarlığı, kazancı, sermayeyi güzel sorgular yazar... Dindar başkasının değirmenine su taşıyan mı, yoksa elini taşın altına koyup, kafa yorup çıkış yolları arayan mı olmalıdır... Kitabın isminin nereden geldiğine değinmedik. Ömer Faruk yurtdışından dönüp yeni düzenini kurana kadar geçirdiği süreçte ülkeyi gözlemler. Ve gördüğü her olumsuzluk babağına huzursuzluk olarak sirayet eder....Ama hayatıyla ilgili verdiği karardan sonra bacak da huzura erer:))

"Var olmak ,kesretten kurtulup vahdete erişmektir"
"Ne saçma insan niçin doğa ile savaşsın?Doğa ona düşman değil ki."

15 Eylül 2011 Perşembe

OĞUZ ATAY/TUTUNAMAYANLAR


"Her zaman kelimelerin, cümlelerin insanın üstüne bir mızrak gibi saldıran düşüncelerin bunaltıcı baskısını duydum"
Çok zaman oldu yine. Telefonun bile çekmediği bir yerde yaklaşık iki ay geçirdim. Yoğun, tatilsiz geçen 4 yılın ardından çok uzun geldi bu süre. Sonra durgunluktan yoruldum. Bu sürece Tutunamayanlar'ı ortak etmek durumun vahametini arttırdı. Zaten kah elimden düşüremedim okudukça okudum kah günler geçti ben elime alıp tek satır okumadım. Zor bir okuma oldu Tutunamayanlar. Kahraman ile bütünleşmek, bütünleşecek durumlarla çok karşılaşmak sıkıntı verdi bana. Her zor okumadan sonra- ki 2011'in kaderi -hep şikayet ederim şöyle zordu da böyle zordu  ama hiç pişmanlık duymam iyi ki de okumuşum pes etmemişim derim en sonunda. Yine öyle bir okuma oldu...
Turgut Özben'in rehberliğinde Selim Işık' ın hayatını okuyoruz. Okurken hep boğulma hissi yaşadım. Selim intihar eder. Selim insanları önemsemez görünür, sonuna kadar eleştirir onları. Aslında Selim ilgi bekler, Selim yakınlık bekler. Selim bence hepimizde olan bir yanın somutlaşmış hastalıklaşmış halidir....
Turgut Özben'in Selim ile hayatı üniversite de çakışır.  O günlere dair kitapta şöyle bir yer geçer: "Turgut'un canı sıkılıyordu o gün. Dersten çıkıp gitmek istiyordu. Onlarda( Selim ve Kenan)bir canlılık bir kıpırdanma görerek öne doğru eğildi. Yalnız sırtlarını görüyordu. Sonra bir sırt yavaşça sola dönerek bir insan biçimine girdi, diliyle parmaklarını ıslattı ve ıslak parmaklarıyla sıranın üzerindeki yazılardan birini sildi. Hiç konuşmuyorlardı. Turgut merakla sordu "Affedersiniz ne yapıyorsunuz orada?" Uzun boylusu başını çevirmeden karşılık verdi "Sıkılıyoruz". Böyle bir hayat Seliminkisi. İçinde kocaman duygular, fikirler taşırken dışarıda sıkılan, uyumsuz bir kişiliktir. Selim'in bir diğer özelliği arkadaş çevrelerini birbiriyle tanıştırmamasıdır. O yüzden Selim'in  kimlerle vakit geçirdiğini,  sevgilisi olduğunu ölümünden sonra öğrenir Turgut. Suçluluk duygusu kaplar Turgut'u. Ondan bu denli habersiz oluşundan, onu hastalıklı düşüncelerine terk etmesinden dolayı büyük bir üzüntü yaşar. Çünkü o Selim'in dünyasından çok başka bir dünya düzeni içindedir. Evlidir, iyi bir işi vardır, çocukları vardır, kapital düzenin esiridir. Kısaca tutunamayan değildir. Ama Selim'in hayatını didikledikçe artık bu düzen onu rahatsız eder nitekim mühendis Turgut Özben Olric ile birlikte artık kaybolup gitmiştir. Yollara vurur kendini Turgut. Selim intiharıyla Tutunamayanlar'ın başına artık yeni tutunamayan Turgut Özben geçer.
Kitabın değişik bir anlatım biçimi var. Zamanların kullanımı, şahısların sürekli değişmesi...Kitabın sonunda Selim'in günlükleri yer alıyor. Bu günlüklerde Selim'in intiharından önce nasıl bir ruh hali içinde olduğu gözler önüne seriliyor.

-Kelimeden önce de yalnızlık vardı. Ve Kelimeden sonra da var olmaya devam etti Yalnızlık...
-İnsan yapısındaki çelişkiler, onun ne ölüme ne de sonsuzluğa bir türlü dayanamadığını gösteriyor. Sonsuzluk da ölüm kadar ürkütücü bir gerçektir. Sonsuzluk yalnız Allah'ın dayanabileceği bir güçlüktür.
-Herkes kitap satmamalı. Cahil kitapçıların iyi okuyucuları rahatsız etmelerine izin verilmemeli artık.
-Bütün insanlar ellerini uzatarak işaret parmaklarıyla suçladılar onu, kelimeleri yüzünden...

18 Haziran 2011 Cumartesi

SUSKUNLAR/İHSAN OKTAY ANAR


Puslu Kıtalar Atlası' ndan sonra İhsan Oktay Anar' ın ikinci kitabı Suskunları okumuş bulunmaktayım. Nasıl anlatsam ne desem bilemiyorum gerçekten. Düş mü ,gerçek mi , hayal mi? bilemedim. Kaç kişi vardı romanda ayrı ayrı yerlerde. Nasıl romanın sonuna doğru derlendiler toparlandılar bir yere. Kesinlikle üst düzey bir roman. Anlatılanlardan ziyade açıkçası anlatım biçimi beni büyüledi. İhsan Oktay Anar' daki nasıl bir birikim ,o birikimi nasıl en ilginç şekliyle kullanabilme yeteneği. Hayran kaldım doğrusu....
Bir tarafta pinti Kalın Musa ,oğlu Veysel, torunları Eflatun ve Davut haa bir de Kalın Musa'nın kardeşi Muhayyer Hüseyin Efendi....diğer tarafta Neva , Hayalet Asım, Pereveli İskender Efendi namı diğer Cüce Efendi , Tağut , Rafael .........sonra Batın , Batın'ın oğlu Zahir, Neyzen İbrahim Efendi............daha çok isim var romanda . Hele aralarındaki  bağlantıların sayfalar ilerledikçe ortaya çıkması başınızı döndürüyor gerçekten....Musikiyle , makamlarla , ney ile süslenmiş bu eser , dini söylemleriyle gerçekten çok farklı.............Ne anlattığıyla ilgili bir kaç şey yazmak istiyorum  ama sanırım içinden çıkamam... Bir de herkes payına düşeni alacaktır bu romandan... Ben bir şelalenin altından geçtim bu romanı okurken sanki... Başımdan gümbür gümbür su aktı , çok ıslanamadım ..... sersemledim  sadece. İhsan Oktay okumaya devam etmek sonra bu kitapları baştan tekrar tekrar okumak istiyorum..... Gerçekten İNANILMAZZ..............

Tıpkı sessizliği dinleyen Eflatun gibi, kahin de sustu. Belki de susmak gerçeği anlatmanın tek yoluydu...

3 Haziran 2011 Cuma

MUSTAFA KUTLU/YOKSULLUK İÇİMİZDE


Mustafa Kutlu'yu Yeni Şafaktaki köşe yazılarndan tanıdım ve ondan sık sık bahseden Fatma K.Barbarosoğlu'ndan.Düşoltasını da unutmayalım.Blogunda Mustafa Kutludan ve kitabından ilgi çekici şekilde bahsedince aklıma koymuştum kısa sürede bir kitabını
edinip okumaya başlayacaktım. Batman'a gidip büyük bir kitapçı görüp kitapları kucağıma doldururken Mustafa Kutlu kitaplarını gördüm . İçinden birini seçecek ve ona göre Mustafa Kutlu okumalarına devam edip etmemeye kararr verecektim. 26 şubatta almışım okumak bu vakte nasip oldu. Bu girizgahtan sonra kitaba dönecek olursam öncelikle anlatım zenginliğine, unutulmaya yüz tutmuş kelimelerin hemen hemen her sayfada karşınıza çıktığına şahitlik edeceksiniz. 50 yapraktan sonra ne ifade etmeye çalıştığını daha iyi anlamaya başladım. Önce ne anlatıyor garipsemesi oluşuyor sonra öylesine kavrıyor ki . Ama şunu belirtmeden edemeyeceğim herkesin okuyabileceği genele hitap edebilecek bir hikaye değil. Diyaloğun az ,iç hesaplaşmaların çok olduğu bir kitap. Mustafa Ulusoy'un Aynalar Koridorunda Aşk kitabını anımsattı bazı yerleri. Yer yer kapitalizm eleştirisi olabilecek satırları var.  İslam'ın ancak onu gerçekten yaşayanlara getirdiği, getireceği sükunetten bahsediyor diyebiliriz. Kahramanımız Süheyla'nın Müslüman oldum sözleri gerçekten çok çarpıcı. İdrakten uzak , sorulduğunda dini aklına gelen insanlara inanılmaz bir gönderme bence Mustafa Kutlu'nun yaptığı. Sık sık içini kontrol edenlere tavsiye edilir:)

"Bir an önce bu şehirleşmeye çabalayan kasabayı terketmeli"

"-Aranızda Allah korkusu duyan var mı?
-Onu unuttuk ne mutlu bize onu unuttuk"

30 Nisan 2011 Cumartesi

SABAHATTİN ALİ/KUYUCAKLI YUSUF

AHH!!!  Sabahattin Ali'nin dili............. konu itibariyle kayda değer bi şey anlatmasaydı bile (ki değindiği konular da çok hayatın içindenve özel) ben bu yazarı ömrüm sonuna kadar tekrar tekrar okuyabilirim. Bazı satırları ezberleyesim var(evlilik ile ilgili ve memuriyetle ilgili kısımlar özellikle)
Nasıl bir betimleme, durumları nasıl ifadelendirme. MÜTHİŞŞŞ.........
Sabahattin Ali'nin ilk romanı. YIL 1937. Sınıfsal mücadelelerin yaşandığı ,güçlünün daima haklıdan daha önemli olduğu bir yer. Geçim mücadelesi ,yitirilen değerlerin yıprattığı hayatlar.Ölümle başlayıp ölümle biten bir hikaye... Yaşamla başlayıp ölümle biten hayatlarımıza inat iki ölüm arası zehir gibi bir hikaye.Ayakların
 birazcık yerden kesilmeye görsün hayat, birileri aracılığıyla nasıl zorla çekerse seni yere Yusuf'u da rahat bırakmıyorlar. Önce ne yiğit çocuk sonra ne yiğit delikanlı dediğimiz Yusuf'u birden karın doyurma telaşının ne aciz konuma düşürdüğüne şahit oluyoruz. Sonra kendine gelsede Yusuf ve kendine gelmesi için uğraşacağı insanlara yönelse de olmuyor düzelmiyor hiç bir şey.... Zaten mutlu son sanırım Sabahttin Ali'de görebileceğimiz bir son türü değil. Tıpkı yazarın hayatı gibi.... Öldürülmesi yetmiyor gibi aylar sonra bulunuyor cesedi.... Mutlu son beklemek için dünya uygun yer değil sanırım...........İnsan bu hikayeleri okuyunca ve daha nicelerinin yaşandığını düşündükçe yaşasın Allah'ın adaletinin gerçekleşeceği ahiret yurdu diyesi geliyor. Ve Cehennem ile Cennet'in ne denli gerekliliği.................

"Bir aralık aklına Muazzez'i kaçırdığı gün,öğleyin eve gelirken çocukların kovaladıkları arı geldi. Bir anda kendini ona o kadar benzetti ki,gözleri yaşardı.
Tıpkı o arı gibi hem kuvvetli, hem zayıftı.Tıpkı onun gibi etrafını insafsız kimseler sarmıştı. Zehrini akıtmasına imkan vermeden onu kıskıvrak yakalıyorlar ve müdafaa vasıtalarını elinden alıyorlardı"

1 Mart 2011 Salı

KAFKA/DAVA


Lise yıllarında okuduğum Marakeşte Sesler kitabında Kafka ile ilgili bazı notlar almıştım ve bu notlar Kafka okumam noktasında hep uyarıcı olmuştur ayrıca sevgili thalassapolis'in Kafka haftasını hatırlatmadan geçemiyeceğim.
2002 de aldığım notlardan bazıları.... Diyor ki yazar Kafka ile ilgili "Bir hükümdar gibi saltanat sürmeksizin , beri yandan bir çocuk gibi oyunlar oynamaksızın düşünen biridir Kafka." diğer bir notta" Bazılarının onda korkunç bulduğu ve benimde yadırgadığım bir şey varsa, hep aynı kalan yetişkinliğidir"
Ve gelelim kitabın bende bıraktıkları..
Dava, tıpkı kahramanımız Josef K.'nın sürüncemede kalan davası gibi baya elimde oyalandı... olaylardan ziyade durumların, hislerin anlatıldığı kitap ağır ilerliyor ve kasvetli mekanların uzun tasvirleri bazen sıkıcı bir hal alıyor..Şöyle özetleyebiliriz Davayı. 30. yaş gününün sabahı Josef K. evinde tutuklanır ve onu tutuklayanlar suçunu söylemezler bir türlü,zira kendileri de bilmemektedir ve sadece onu tutuklamakla görevli olduklarını söylerler. Bu bir şakadır Josef K' ya göre... ama bir süre sonra bu denli ayrıntılı bir şakanın olamayacağı sonucuna varır. Bu davanın bir özelliği de Josef K'nın normal hayatını sürdürmesine olanak vermesidir. Önceleri önemsemez, benimsemez bu davayı ama zamanla bu davadan haberdar olan insanların artması ve ona yardım konusunda istekli insanların tek tek ortaya çıkması Dava'sını benimseyip bir an önce sonuçlanması için gayrete getirir Josef K'yı.İşte bundan sonra bir girdapta olma hissi veriyor kitap diyebiliriz. Amcasının zoru ile vekalet verdiği avukat, avukatın yardımcısı Leni, ressam ..... ve sanırım kitabın en özel yerini oluşturduğunu düşündüğüm katedral bölümü,oradaki rahiple gerçekleştidiği konuşma... Bekçi hikayesi kitabın bir özeti gibive çok düşündürücü öğelere sahip. Ve Josef K'nın 31. yaş günü nihayetlenen!!!davası. Hüzün veriyor son.. hele oradaki şu ifade"Bir köpek gibi!" dedi, sanki utanç, ondan sonra  hayatta kalacaktı.