29 Ekim 2011 Cumartesi

1- M. NECATİ SEPETÇİOĞLU/ KİLİT


                                                Parola:
                                    "Her kilit açılır mı?"
                                   "Anahtarını bilmeli"
Baskın yer Karabudun..... Sürüden arta kalan ise Ceyhun ırmağının ihanetine uğrar.... Buzlar bu arta kalanıda taşıyamaz..... Sarı Hoca: "Esaslı budandık" der bu baskına........ Alpaslan daha çocuktur ama babam "gözcüyü iyi seçmemiş" der..... Gümüş Tekin!!! gözcülerin başıdır..... İhaneti bilerek görmezden gelinir... Selçuklu arıktır..... Ayrılığı kaldıracak durumda değildir..... Gümüş Tekin yiğittir ve onu seven yiğitler vardır.....Yurt edinmek , savaşmak sadece bilek gücüyle olmaz.... Yiğitlik, akıl, sabır, siyaset......hepsi olmalıdır.... hepsi aynı anda olmalıdır.... Ah Sarı Hoca, Küpeli Hafız ...... günümüzde de böyle insanlar olsa yani sayıları çok olsa.......

Göz bebeği Alpaslan..... Yiğitliği Sav Tekin' den aklı Sarı Hoca' dan alan ,Çağrı Bey babasının Tuğrul Bey amcasının geleceği teslim edecekleri , Balçarın gündoğusu özleminin nedeni Alpaslan......

Dandanakan da kilit açılır gibi olur ama tam açılmaz.... nedir bu kilit.... Alpaslan dan öğrenelim:
"Bu kilidi Bizans sayın siz.... Bizans' da bu kilit gibi yıllar yılı toprak altında kalmış,paslanmış bilin....Doğrudan anahtarı vurup kilidi açamayacağımıza göre her birniz bir yandan gevşetmeye başlamalısınız"

Ve Malazgirt.....

27 Ekim 2011 Perşembe

DÖNÜŞ


Tür: Dram
Gösterim Tarihi: 4 Şubat 2005
Yönetmen: Andrei Zvyagintsev
Yapım: 2003, Rusya
Süre: 105 dk.


Bilemedim, ne hissedeceğimi gerçekten  bilemedim...... Demir gibi, duvar gibi bir baba...... Sorgulamadan onu kabullenen abi ,onun 12 yıl sonra  döndükten sonra neden bu denli hırçın olduğunu anlamaya çalışan küçük kardeş..... Dram, gerilim......Bazı sahneler gereksiz çekilmiş sanki....... Ama görüntüler, özellikle küçük çocuğun konuşmaları çok yakıcı.....Sanırım unutamayacağım filmler arasına girdi........

25 Ekim 2011 Salı

MUSTAFA NECATİ SEPETÇİOĞLU/ DÜNKİ TÜRKİYE SERİSİ



Tarihle ilgili aklımdaki en esaslı serilerden biridir . Dünki Türkiye Serisi... Lise yıllarına kadar dayanır tanışmışlığımız....Arkadaşım babasının kitaplığından alır ben bitirdikçe diğerini getirirdi.... 4.  kitaba kadar okumuştum o zamanlar.... Sonra ne zamanki para kazanmaya başlayıp kitaplığımı oluşturmaya başladıktan sonra almıştım bu seriyi... Ama serideki kitapları arka arkaya hiç okuyamadım şimdiye kadar... Hedefim yıl sonuna kadar bu seriyi tamamlamak.... Edebiyatla tarihin nasıl örtüştüğünü, gayretle maneviyatın birlikte neler yapabileceğini gösteren özel bir serii...Alpaslanın çocukluğundan başlar ...... Selçuklu , Osmanlı derken , İstanbul' un Fethine kadar gelir... İlk kitabımız Kilit le başladım yolculuğa....Sanırım 3. okuyuşum... belki de 4.        :))) Yıl sonuna kadar hedefim ilk 8 kitap... kalan 4 tanesini de 2012 de artık :)))İnşallah tabiii....


1. KİLİT
2. ANAHTAR
3.KAPI
4. KONAK
5. ÇATI
6. ÜÇLER YEDİLER KIRKLAR
7.BU ATLI GEÇİDE GİDER
8.GEÇİTTEKİ ÜLKE

MUSTAFA ULUSOY/DÜNYANIN ÜÇ YÜZÜ

Yitiyoruz. Bu dünyada.Hep birlikte. Gidiyoruz.
Varsın ,olsun.
Varsın, bir buz sarkıtının ucunda donarak asılı kalmış bir su damlası gibi,
dünyanın üçüncü yüzünde asılı kalmış olsun varlığımız.
Bir de dünyanın birinci ve ikinci yüzü var....

Açıkçası ne NIETZSCHE ve BABAANNEM ne de AYNALAR KORİDORUNDA AŞK kitaplarından aldığım keyfi aldım. Mustafa Ulusoy, insanın içindeki huzursuzluk ve huzursuzluğun nedeni üzerine gerçekten kafa yoruyor ve çok özel sonuçlara varıyor, bazı cümleleri gerçekten vurucu oluyor ama anlatma biçimi açıkçası beni tatmin etmiyor artık... Zaman gazetesinde yayımlanan yazılarını kitaplaştırmış.... ben bir çoğunu önceden okumanın rehavetini de yaşamış olabilirim.....
Bu kitabında Risalelerden çok yararlanmış.... Risalelerden alıntılarla ilerliyor kitap....Ayrıca birçok film ve kitabı hatırlatıyor Mustafa Ulusoy .....Son bölüm Perde'yi çok beğendim.... Film Şeridi programı tadındaydı.... Venedik Taciri, Sonbahar , Yumurta, Kirazın tadı, İçimdeki Deniz...... gibi bir çoğunu izlediğim filmlerin  karakterle diyalog şeklinde anlatımı çok güzeldi.....

Kitaptan Alıntılar:

Hani denir ya gitmek mi zor kalmak mı,diye. Bana sorarsan dönmektir en zoru Yusuf.

Bir bayram dayısıçocuklarına aldığı halde ona bayramlık elbise almamış. O an hayat çat diye kırılmış.

Beğenilme müptelasıyız.


16 Ekim 2011 Pazar

JOSE SARAMAGO/ KÖRLÜK

Koku' dan sonra Körlük kitabıyla okuma serüvenimi sürdürdüm. Duyularla ilgili arka arkaya iki kitap. Koku da inanılmaz bir koku alma duyusuyla karşı karşıyaydık. Körlük ise koskoca bir kentin insanlarını aniden yakalayan, salgın halinde yayılan "BEYAZ FELAKET' i anlatıyor. Değişik , sarsıcı ve gerçekten inceden inceye düşündüren bir kitap.....

Bir gün kırmızı ışıkta dururken birden bire herşeyi bembeyaz gördüğünü söyleyen adamla başlar körlük. Sonra onu evine götüren iyiliksever! ( fırsattan istifade arabasını çalar) kör olur .... sonra onları muayene eden göz doktoru........1. körün karısı..... doktora muayeneye gelen koyu renk gözlük takan genç kız.....Hükümet, karantina yöntemiyle, yayıldığını varsaydığı hastalığı önlemeye çalışır.... Nasıl mı? Körleri ve kör olma ihtimali yüksek olanları eskiden akıl hastanesi olan bir yere yerleştirirler...önce beş altı kişi derken günler geçtikçe bu sayı ikiyüz ikiyüz elliyi bulur...... Bu kadar "kör olmuş" daha doğrusu "yeni kör olmuş" insanın bir arada ve gören gözlerin yardımından uzak yaşamaya çalıştıklarını düşünün. Orada oluşan pisliği tahayyül edin...Kitap çok özel ve güzel ama bir o kadar mide bulandırıcı... maalesef....Hemen hemen hepimiz kör olsak nasıl olurdu sorusunu sorup gözlerimizi 5dk. kapayıp bi şeyler yapmaya çalışmayı denemişizdir.... Burada yaşanan körlük gerçekten insanı çaresiz hissetttiyor... onların yerine dahi koyamıyorsun kendini.... öyle bir ortam düşünün ki doğru dürüst yemek yiyemediğiniz , ihtiyaçlarınızı giremediğiniz ve üstüne üstelik kötü niyetli körlerin hayatınızı zindan ettiği bir yer .....işin acı veren kısmı kentte sadece doktorun karısının gören gözleri..... neden acı veriyor.... bütün bu felaketleri sağlam olan tüm duyu organlarıyla zerrelerine kadar yaşaması, hissetmesi ve kendini diğerlerine adaması..... Çok şükür ki  yazar son sayfalarda mutlu ediyor sizi:)))) bu kitabın okunmasını tavsiye ederim ..... gerçekten düşündürücü..... görme duyusunu yitirenlerin beraberinde insanlıklarını da yitirmelerini çok güzel sorguluyor.......

Kitaptan seçtiklerim:

"İyi de kör olmak ölmek değil ki, evet ama ölmek kör olmak.."

"Zamana zaman tanıyın"

"Hastalık mikrobu taşıyanlardan en cesaretli yada en yazgıcı olan... bu iki niteliği birbirinden ayırmak her zaman kolay değildir"

6 Ekim 2011 Perşembe

PATRICK SÜSKIND/KOKU

"O, dünyanın en pis kokan yerinde kokusuz olarak doğmuş olan, çöpün ,çamurun,kokuşmanın içinden gelen,sevgisiz büyümüş,sıcak bir insan ruhu olmadan sırf inatçılığından ve iğretisinin verdiği güçle yaşayan,ufak,kamburu çıkmış, topallayan, çirkin, herkesin sırt çevirdiği, içi ve dışı da mendebur Jean-Baptiste Grenouille kendini dünyaya sevdirmeyi başarmıştı. Sevdirmek de ne demek!Aşık olmuşlardı ona!"

Kitabı bitirir bitirmez filmini izledim....Duyularımız, duyularımızın gücü ya da güçsüzlüğü üzerine doğrudan anlatım içerisine girmiş çok film ve kitap bilmiyorum açıkçası.....bu açıdan değerlendirdiğimde özel bir kitap gerçekten Koku.... Ama içine giremedim açıkçası kitabın... Ne kahramanımız Jean-Baptiste Grenouille ne  de O' nun  inanılmaz burnu aman aman bi etki bırakmadı bende....Bu aralar pek şaşırmıyorum, pek etkilenmiyorum , beynimde dönüp dolaşan bir yorgunluk söz konusu belkide bu yüzden sarıp sarmalamadı ...

Kahramanımız Jean-Baptiste Grenouille doğumuyla birlikte ölümle ilişkilidir aslında ... Annesini dar ağacına gönderir ağlayışı....Büyüdükçe ölüme sebep olmanın ötesine geçip öldürmeye başlar.....
Kokuları en üst düzeyde algılaması, ayrıştırması bir yana herşeye rağmen tutunabilmesi bir diğer özelliği .....bir kene gibi der yazar bu haline.... Tutunmanın, sevilmenin zirvesindeyken bin parçaya ayrışıp yok olması... Zirveye de hiçliğe de, o öldürdüğü kızlardan elde ettiği kokuyla gitmesi....Neden böyle korkunç bir yola başvurur kahraman. Çünkü bu inanılmaz koku duyusuna karşın kendi kokusu yoktur... ve kendine has koku yapma tutkusu, hırsı ... geride bir çok ceset bırakmayı gerektirir...

Paranın ya da şiddetin ya da ölümün gücünden büyük bir güçtü elindeki: İnsanlarda sevgi uyandırmanın yenilmezgücü. Yalnız bi şeye yetmiyordu bu güç:  Kendi kendisinin kokusunu almasını sağlayamıyordu. O zaman da isterse bütün dünyaya karşı parfümü sayesinde Tanrı gözüksün-kendi kendini koklayamadıktan ,onun için de kim olduğunu asla bilmeyecek olduktan sonra, hiçbir şey umrunda değildi, ne dünya ne kendisi ne parfümü...