26 Nisan 2024 Cuma

MANCHESTER BY THE SEA ve ANATOMY OF A FALL





Merhaba. Uzun süredir film izleyip bloga yazmıyordum. Manchester By The Sea ve Anatomy Of a Fall filmlerine bir şekilde denk gelip arka arkaya izleyince hislerimi yazmak istedim. 

Manchester By The Sea ile ilgili ifade edeceğim ilk şey canımı çok yakması. Ciğerlerime kadar acı hissetme hali. Donuk, yalnız bir adamın rutinlerini izleyerek başlıyoruz. Donmuş bir adamın hayatının üzerinde gezinirken, insanlara müdanasızlığına dalıp gitmişken, zeminin buz olduğunu unutmuşken, aniden bir telefon sesi, buzun kırılışı ve seyirci olarak buz gibi suya yuvarlanışımız. Bir ihmal ve o ihmalin asla ama asla telafisi olmayan sonu. Film insanı empatiden nefret ettiğin bir an'a sürüklüyor. Allah kahretmesin diyorsun öğrenmiştim ben. Birinin yerine kendimi koymayı. Koyamıyorsun. Hikayeye asla bulaşmak istemiyorsun. Filmin gücü burada bence. Hepimizin başına gelecek bir şeyin empatisini bile yaptırtmaması. Lee ve Randi'nin karşılaştığı sahneyi kaç kez izledim hatırlamıyorum. Randi'nin kırık kalbiyle yaşama karışmış hali ve o haliyle Lee'yi sarıp sarmalamaya çalışması onu da yaşamın içinde görme çabası çok canımı yaktı. Lee ve Randi birlikte devam etselerdi. Çok isterdim. 

Anatomy Of A Fall belki biraz iddialı olacak ama 12 Öfkeli Adam filminden sonra izlediğim en iyi yargılama filmi diyebilirim. Düşerek ölmüş bir adam. İntihar mı etti? Düşürüldü mü? Film mahkeme salonunda bir ölümü aydınlatma ekseninde ilerlese de aslında biz bir evliliğin anatomisini izliyoruz. Adamın ölümü öncesinde, trafik kazası nedeniyle görme yetisini büyük oranda kaybetmiş oğulları ile bir dağ başında yuvarlanmaya ramak yaşayan bir çift var. Yazarlık noktasında üretken kalabilen her koşulda yazan bir kadın ile üretememenin getirdiği değersizlik hissiyle baş etmeye çalışan bir adam. Film kıskançlık duygusuyla baş edememe, ebeveyn olmanın getirdiği sorumluluklar, engelli bir çocuğa sahip olma, sadakatsizlik gibi bir çok noktayı ele alıyor diyebiliriz . Ele alınacak çok fazla husus var ama ben dikkatimi çeken iki şeyden bahsetmek istiyorum. Birincisi evim dediğim sığınağım dediğim yerde kayıt altına alınmak. Ve bunun ortaya dökülmesi. Çırılçıplak kalma hissi.  Mahremiyete özen göstermeyen bir insanın yaşattığı güvensizlik tamiri zor bir nokta. Diğer bir nokta ise tüm bu yaşananlara daha küçük bir çocuk olan Daniel'in, oğullarının, ısrarla şahitliği. Bu yetişkin halimle bu hikayenin içinde yer almanın müthiş ağırlığını hissederken bir çocuğun bu sürecin içinde  soğukkanlılıkla yer alabilmesi, yeri gelince müdahil olabilmesi hatta kararda etkili olabilmesi. Oldukça iyi işlenmişti. Bu iki film zihnimin kıvrımlarında yerini aldı. Tavsiye ederim izlemenizi.