30 Aralık 2018 Pazar

2018’e dair...


Telefondan yazmaya çalışıyorum bilgisayarım bozuldu ne çıkacak bilmiyorum:) 2018’i çok sevdim yoksa bu zahmete katlanmazdım. Uzun süredir bir sanat dalıyla ilgilenmek istiyordum bu yıl nasip oldu. Hat  yazmaya başladım. 3 ay oldu başlayalı. Zor bir sanat dalı ama beni meşgul ettiği için keyif alıyorum iyi geliyor bana. Okula uzak otururken işime yakın bir eve taşındım. İstanbul gibi bir şehirde yürüyerek işe gitmek büyük şans ve kolaylık. Daha önce okumadığım yazarlar okudum, izlemediğim  filmler izledim, gitmediğim yerler gördüm. 2019’un da en az 2018 kadar bereketli ve huzurlu geçmesini diliyorum hepimiz için. 

22 Temmuz 2018 Pazar

NİKOS KAZANCAKİS/YENİDEN ÇARMIHA GERİLEN İSA


Kazancakis uzun süredir okumak istediğim bir yazardı. Yeniden Çarmıha Gerilen İsa kütüphanemde epeydir bekliyordu. Sonunda okudum ve okuduğum için de çok mutluyum. Kitaba geçmeden önce yazarın eserlerinden uyarlanan iki filmden bahsetmek istiyorum. İlki Zorba ikincisi ise Günaha Son Çağrı. Zorba için hayatı 'zevk' üzerine kurgulamış bir adamın hikayesi diyebiliriz. Zevki standartlar üzerinden değil de bir bakış açısı olarak değerlendirmek gerekiyor. Günaha Son Çağrı filmi ise bir dönem yasaklamış bir film. Hıritiyanlığ'a genel geçer normlarının dışında yorumlar getirmesi sebebiyle. Gelelim Yeniden Çarmıha Gerilen İsa'ya. Karakterler ve olaylar üzerinden sade bir anlatımla ilerleyen bir kitap. Buradan değil de bir de şuradan baksam nasıl gözükür dediğimiz durumları anlatabilmesi açısından önemli. İki ayrı Hıristiyanlık anlayışını Türk bir ağanın yönetiminde Osmanlı topraklarında yaşayan Rumlar üzerinden okumuyor adeta gözlemliyoruz. Yemeğe içmeğe cinselliğe para ve mal yığmaya bayılan insanların karşısına açlıktan ölmek üzere insanları koyduğunuzda neler olur? İki taraf da aynı milletten aynı dinden olunca ne olur? Din ve din anlayışı mevzusuna geliyor dayanıyoruz. Mevzu şu bence Allah bir çile ip verir ve bir de örnek insan bir çile iple ve örnekle baş başa kalır bakalım kim ne yapacaktır o iple o örneğe sahip çıkacak mıdır? Karakterlere çok değinmek istemiyorum ama esasen karakterler üzerinden ilerleyen bir kitap diyebilirim. Manolios, Papaz Fotis, Mihelis, Yannokos, Papaz Grigoris, Katerina, Mariori, Lenio ve daha yazmadığı  birçok isim hepsi ayrı ayrı değerlendirmeye değer nitelikte verilmiş. Mesela olaylar gelişirken dönemin şartlarından nasıl etkilenebildiği de müthiş verilmiş. Bolşeviklik üzerinden sosyalizm üzerinden zengin fakir arasındaki mesafenin nereden başlayıp nerede bitmesi gerektiği üzerinden de değerlendirilebilir kitap. Son olarak bir Türk olarak Rumların Türk algısından rahatsız olsam da okumanızı tavsiye edeceğim derinlikle bir kitap ve ben Kazancakis okumalarının devamını getireceğim inşallah. 



2 Temmuz 2018 Pazartesi

NURİ BİLGE CEYLAN/AHLAT AĞACI



Ahlat Ağacı'nı Ramazan ayı içerisinde sinemada izledim. Yanlış hatırlamıyorsam tarih 9 Hazirandı. 3 saat 8 dakika süren filmin sıkılmadan izlenmesinin sırrı hikayesinin sizi izletecek güce sahip olması ve bu gücü aldığı oyuncular, oyunculuklar, diyaloglar ve hiç kuşkusuz doğanın renkten renge giren şekilden şekle giren değişkenliği. Doğanın değişkenliği demişken insanın da değişkenliğini hemen akla getirmek gerekiyor. Mesela desem ki değişmek mahiyeti itibariyle nasıl bir şeydir. Bozulma mıdır aksine bozulan bir şeyin tamire başlanması mıdır fark etmek midir hatırlamak mıdır? Kişiden kişiye durumdan duruma değişir demeyin. Bu cevabın artık fikirlerimizi sakladığımız fikirlerimizi ifade edemediğimizde ya da fikrimiz olmadığında uydurduğumuz bir şey olduğunu düşünüyorum. İsmini hatırlamadığım bir filmde şöyle bir cümle geçiyordu: "Zaman ama  daha çok idrak" Bence Ahlat Ağacı bir idrak hikayesi...Değişimi idrak, hiç değişmeyen şeyi idrak ve fark etmeyi idrak...

4 Mart 2018 Pazar

JERRY SEİNFELD/ SEİNFELD



İngilizce kursuna giderken hocamın keyifle bahsettiği ve tavsiye ettiği Seinfeld'i 2 yıldır izliyorum. Bazı bölümleri 3 kere izlemiş olmama rağmen baştan sona hiç bitirmedim. Konusu 'hiçbir şey'. Yada herşey:)) İzlerseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız. Ben keyifle izliyorum ve bu sefer bitirme konusunda iddialıyım. Komedyen olan Jerry Seinfeld, komşusu Kramer, eski sevgilisi Elaine ve arkadaşı George Costanze' nın günlük hayatları üzerine yedirilmiş sosyolojik, psikolojik bir sürü şey var dizide. Tavsiye ederim.

HALİDE NUSRET ZORLUTUNA/BENİM KÜÇÜK DOSTLARIM



Geçen yıl bir öğrencim okumak ister misiniz hocam diye uzatmıştı elime ben de elbette okurum demiştim. Muhtemelen okuduğum bir kitap vardı ki Benim Küçük Dostlarım'ı kitaplığıma koymuş ve varlığını unutmuşum. Dün birden aklıma düştü ve biraz kızdım kendime, hemen okumadığım kitaba ilgisiz kaldığım için. Öğrencim nazarında aldığı kitabı okumayıp ve iade etmeyen bir öğretmen konumuna çoktan düşmüştüm. Bazen insan hiç düşünemiyor kendini düşürdüğü durumu. Hemen başladım okumaya. Bir solukta bitti. Şimdi öğrencime iade edip başka bir kitap da hediye edip mahcubiyetimi azaltmak istiyorum. Gelelim Benim Küçük Dostlarım' a. Halide Nusret Zorlutuna' nın öğretmenlik hayatı boyunca kendinde iz bırakan öğrencilerini, onlarla olan anılarını ve öğretmenliğe dair tespitlerini okuyoruz. Özellikle kitapta C... olarak geçen öğrenci ile yaşadıkları kendi adıma hüzünle ve ders çıkartarak okuduğum bölümü oldu. Forget me not çiçeği olduğunu öğrendiğim bölüm de çok  güzel ve tatlı bir his bıraktı bende. Öğretmenlerin okuması şart ama özellikle kendini parlatma hastalığına yakalanmış, övgü' yü hayatının merkezine almış öğretmenlerin özellikle okuması gerekir diye düşünüyorum. Çünkü öğretmenliğini anlatırken hissettiği durumları dürüstçe ifade eden bir dil kullanmış Halide Nusret Zorlutuna. Özellikle öğrencim aracılığıyla okuduğum için çok mutluyum. Keyifli okumalar.

3 Mart 2018 Cumartesi

SERRA YILMAZ/CEBİMDEKİ YABANCI



Birkaç gün önce sinemada izledim. Çok güldüm, çok gerildim ve maalesef filmde yer alan hiçbir şeye 'yok artık' diyemedim. Sahicilik yerine aldatma, derinleşme yerine yüzeysellik, rol yapma yerine kendin olabilme edebiyatı yapmayacağım beklemeyin boşuna:) Sıkıntı şurada bence  beklediğimiz hiçbir davranışın başkası tarafından da hak edildiği anlayışına sahip değiliz. Gerçeklerle yüzleşmiyor olmamız o gerçeklerin ortaya çıkardığı sonuçlarla çarpışmamıza ve un ufak olmamıza neden oluyor. Bu şeye benziyor aman kolum incinmesin derken kolunu bizzat koparan insan olmak. Sadece filmde de olsa insan yaptıklarının sorumluluğunu alsaydı dedim filmin sonunda ama diğer taraftan kaldığın yerden devam bağlantısı çok güzeldi hoşuma gitmedi de değil. Tavsiye edilir.  

REFİK ANADOL/ ERİYEN HATIRALAR (MELTİNG MEMORİES)






Dün Taksim'e 10 dk mesafede yer alan Pilevneli Gallery'de Refik Anadol'un Eriyen Hatıralar sergisine gittim. Teknolojinin 'hatıra' gibi bir konuyu ele alması ve muazzam bir şölen haline gelmesi bu birlikteliğin güzel bir tat bırakıyor insanda. 10 Mart sergiye gitmek için son tarih. Tavsiye ederim.


Refik Anadol ile yapılmış Erkmen Özbıçakçı'ya ait röportajın linkini bırakıyorum.







23 Şubat 2018 Cuma

JOHN CURRAN/THE PAINTED VEIL (DUVAK)



Uzun süredir( üşenmeyip en son film paylaşım tarihine baktım 2013 yılının Aralık ayı) filmlerle ilgili paylaşım yapmıyorum. Bu filmi yazmak istedim. Neden mi? İnsanın değişebildiğini, hiç geçmez dediğimiz duyguların geçtiğini, beş kuruş etmez insanlara hak ettikleri gibi davranılabilen günlerin geldiğini, zamanın ne müthiş bir mevhum olduğunu, aşkın hissedilen kişiye göre kişiyi nasıl aşağıya veya yukarı çekebildiğini, affetmek yerine bazen adalet istemenin karşıdaki insan için ne güzelliklere neden olabileceğini ve daha bir sürü şeyi salgın hastalıkla mücadele eden muhteşem bir coğrafyada bambaşka bir kültür içerisinde verebilmesi. Tek kelimeyle muhteşem film Duvak.

TARIK TUFAN/BENİ ONLARA VERME




Elinden düşürmeden bitirebileceğin bir kitap aslında Beni Onlara Verme. Ama ben 3 ayda bitirebildim. Okuyamadım çünkü her hikayeden sonra içim lime lime oldu. Bir yas töreni gibiydi adeta. Hikaye bitti ben ağladım hikaye içimde yerini aldı ve ben diğerine geçebildim. 
Bir kere sevdiğinin yüzüne baksa ölecek aşıklar, güzelliğini bir yara gibi taşıyan kadınlar, gururundan ölenler, gidenler, tam söyleyecekken susanlar, yıkık krallıkların prensesleri kitabın karakterleri. Bu karakterlerin yaşadığı o semtin o mahallelerinde ve o sokaklarında hiç olmak istemedim ama sanki onları yaşamış gibi acı çektim okurken. 
Tarık Tufan çok samimi yazmış. Samimiyetin bu denli bize geçmesinin sebebi acı'ya bir adım kala yaşamayı tercih etmemiz sanırım. Mutluluğun 'Her an gidebilirim ona göre ha' hali o eyvallahsız hali mutluluğa tavır almamıza yetti. Vefalı duyguları sevdik biz çok canımız yansa da. Tabi bir de Batı'da doğmamak:) Herkesin dilindeki acıyı seven Doğu toplumu olduğumuz fikrine ben de katılıyorum elbette. Bir beslenme şekli olarak acı çekmek! 

Not: Kitap bittikten sonra Zerrin Özer dinlemek geliyor insanın içinden bir tanesini hazır edeyim dedim:)