26 Temmuz 2024 Cuma

BEFORE SUNRİSE-SUNSET-MİDNİGHT




Merhaba, 

Before üçlemesini yakın zamanda hem de arka arkaya izledim. Koskoca bir yaşamın anlatıldığı bu üç filmi bugünden başlayıp ertesi gün bitirdiğimde çok fazla duyguya o duyguların değişkenliğine maruz kalmış oldum. Bir tren yolculuğunda karı koca kavgasından kaçarken aşka düşmek de ne bileyim:) Before Sunrise  Jeline ve Jesse'nin bir gece Viyana'da geçirdikleri o birbirini tanıma, sevme, sohbet etmelere doyamama haliyle ve tekrar buluşmak için verilen sözle bitiyor. Film bitince sanki markette, okulda, yolculukta bir yerde ruh eşimiz karşımıza çıkabilir duygusuna kapılıyoruz. (Bundan sonrası daha da spoiler içerir) Konuştukları tarihte buluşamaz tabi çiftimiz. Hayat böyledir. Jesse o süreçte Amerikada ünlü bir yazar olmuştur ve Jeline dair bir kitap yazmıştır. Yaşadıkları buluşmayı ve aşkı. Öyle bir anlatmıştır ki bu aşkı kitabının ünü Amerika sınırlarını aşmıştır. Jeline bu şekilde 7 yıl sonra Jesse'den haberdar olur ve onun okurla buluşmak için Fransa'ya gelişinde kitap evine yanına gider ve 2. buluşma gerçekleşir. Bu 7 yılda Jesse evlenmiş çocuk sahibi olmuştur Jeline ise aktivisttir ve uzaktan yürüttüğü bir ilişkisi vardır. Pariste nehirde motorla gezinirken Jeline bi söz söyler bence önemli bir nokta. Tam ifadeyi hatırlamasam da özetle insan gençken çok insanla karşılaşacağını sanıyor ama zamanla bunun böyle olmadığını anlıyor. Jesse bu buluşmayla Jeline'den kopamıyor, kopamadığını Before Midnight filmi başlayınca anlıyoruz. Bence serinin en gerçek filmi Before Midnight. Hepimizin ennihayetinde vardığı nokta. Film Jesse'in havalimanında  ilk eşinden olan oğlunu uğurlarken başlıyor. Sonra arabasına döndüğünde yanında Jeline arkada ikiz kızlarını görüyoruz. Anlıyoruz ki bir 7 yıl daha geçmiş aşıklar kavuşmuş, evlenmiş ama bir huzursuzluk var. Jesse oğluyla ilgili çok endişeli oğlunun ondan ayrı büyümesine içerliyor Jeline ise asla Amerika'ya gitmeyeceğini söylüyor. Çiftimiz bunlar yaşanırken Yunanistan'da tatilde. Yunanlı bir yazar Amerikalı Jessi ve ailesini ağırlıyor. Keyifli sahneler var, doyurucu sofralar ve güzel diyaloglar içeriyor bu film (üçlemenin üçüncü filmini yıllar önce izlemiştim ve hayatımın sözü bu filmde geçiyor: Yaşam ama daha çok idrak Sonrasında Jeline ve Jess ikizleri bırakıp baş başa ev sahiplerinin organize ettiği bir tatile çıktığında ilişkilerine dair gerçekler iyice gün yüzüne çıkıyor. Bir kavgadan kaçarken başlamış olan aşkın büyük bir kavgayla karşımızda duruşunu izliyoruz. İşte yukarıdaki iki fotoğraf bu kavgadan bir diyalog. Meseleler büyük aslında. Jess' in dediği gibi ufak tefek değil ama şu konuda haklı Jeline gerçekten meselelerin bağları koparmasına müsaade edecek duruma gelmiş. O masada onları bıraktığımızda yani film bittiğinde ben Jeline'nin başını Jess'in omzuna koyduğuna emin gibiyim ama şundan daha çok eminim artık onlar birbirini ruh ikizi olarak görmüyor. Belki de artık ruh ikizi olmaları değil de ikiz kızları bağlıyor onları birbirine. Kim bilir...
Ara ara açıp arka arkaya izlemek gibi planlarım var Before üçlemesini. Çünkü çok bizden ve çok gerçek. İyi seyirler...

DOĞAN CÜCELOĞLU/ 'MIŞ GİBİ YAŞAMLAR'

Merhaba, 

Doğan Cüceloğlu, Mış Gibi Yaşamlar kitabının üç aşamalı bir çalışmanın ilk basamağını oluşturduğunu ifade ediyor. Bu kitapta 'Ne?' sorusuna yanıt veriliyor. Kitabın içeriği Türkiye'ye, Türk insanının yaşamına genel bir bakış açısıyla baktığımız zaman 'ne' görüyoruz? İkinci kitapta mış gibi yaşamlar 'niçin' oluşuyor üçüncü kitap ise 'nasıl' bir yol izleyerek, hangi stratejileri kullanarak mış gibiliklerden kurtulup gerçek yaşamlar oluşturabiliriz? Doğan Cüceloğlu Savaşcı kitabında da sohbetler ettiği Arif Okurer'le İstanbul'un çeşitli noktalarında buluşmalar gerçekleştiriyor. Bu buluşmalarda Doğan Cüceloğlu Arif Bey'le birlikte eğitim, trafik, adalet gibi konularla ilgili gazete kupürleri, kitap bölümleri üzerine değerlendirme, sorgulama, akıl yürütme odaklı sohbetler ediyor. 2000-2005 arası Türkiyede olan biten mış gibi ne varsa masaya yatırıyor. E haliyle can sıkıcı örneklerle dolu bir kitapla karşı karşıya kalıyorsunuz. Artık bunlar çok geride kaldı dediğim olayları okumak gerçekten epeyce zorladı. Tam böyle düşünürken yani bunlar mı kaldı derken  haberlerde öyle iki olayla karşılaştım ki kitabı okurken bu noktada ağzımın payını aldım. Biz geçmişten de mış gibi uzaktayız. Bir olayla 2024 yılından 2000'li yıllara gidebiliyoruz. Çok acı. İşte bu sebeple bu kitabı mış gibi durumların neler olduğunu unutmamak adına mutlaka okumamız gerektiğini düşünüyorum. Unutulmaması gerekenleri unutmak tehlikesine düşmemek için. 

10 Temmuz 2024 Çarşamba

JOHN FANTE/TOZA SOR


Bayramda köyde iken okudum. Boş yaprak sarması tabağı, tabağın içinde şeker poşeti, çay bardağı, fotoğraf çekme açısına ters açık kitap. Fotoyu buraya koyarken çevireyim şu fotoyu dedim beceremedim. Yani bütün doğallığıyla, hikayesiyle John Fante Toza Sor okumasının yorumuyla geldim. 

Los Angeles'da bir otelde yaşayan, yazma sancıları çeken, neredeyse aç yaşayan, otelin ücretini ödeyemeyen bir adam Arturo. Daha ilk sayfada diyor ki: Sorunu ışıkları söndürüp yatağa girerek hallettim. İşte bu ben. Eğer ayakta olmak için bir mecburiyetim yoksa o esnada bir sıkıntım varsa mutlaka yatarım. Ayakta  acı çekenlere, sorun çözenlere selamlarımı iletiyorum ama biz yorganı kafasına kadar çeken insanlarız. Neyse Arturo büyük yazarlık hayalleri kuran biri o süreçte. Yazar ve eleştirmen Hackmuth'a yazılarını yollayan ona içinde ne yaşıyorsa anlattığı mektuplar yazan biri Arturo. Hackmuth'un fotosu asılı odasında onunla konuşuyor aynı zamanda. Bir de bir gece bir cafede karşılaştığı garson kız Meksikalı Camilla Lopez var.  Camilla'nın gönlünü kaptırdığı verem hastası Sammy. Anlam veremediğim şekilde hikayeye dahil olan Vera Rivkeni de iliştireyim.

Aslında bana göre etkileyici bir olay örgüsü yok, etkileyici edebi bir dili yok ama kitap beni kadın erkek  ilişkileri açısından yakaladı. Arturo Camilla'nın üzerine titrerken Camilla'nın Sammy'e olan hastalıklı aşkı insanı üzüyor. Arturo sahilde ev kiralayıp Camilla'ya köpek alıp eşyalarını almaya gidip döndüğünde evi boş buldu ya. Orada içim cız etti. Niye duramıyoruz. Camilla kendisinden nefret eden Sammy'e doğru çekilip gitti ve kendi sonunu getirdi.  Kendi sonumuzu getirmemek adına duygulara ayak diretmeyi küçük yaşlardan öğrenmeliyiz. Duyguların sadece hissedilir ve yaşanılır olmasının ötesinde yönetilebilir, öğrenilebilir olduğunu daha küçük yaşlardan verelim lütfen rica ediyorum. Kırk yaşından sonra işe mi gideceğiz terapiye mi? Bir de kitap bittiğinde kitabı yatağa fırlattım. Camilla yüzünden. Ve dedim bir kitap bitince  kendini fırlattırıyorsa başarılı kitaptır. Son olarak Bukowski Fante'ye Tanrım diyor. Bir insana tanrılık atfedilmesi nereden baksan sakıncalı da işte neyse. Tavsiye ediyorum. Buluşun efendim.